









Bukoleon Sarayı, coğrafi konum olara İstanbul’da, tarihi yarımadanın Marmara Denizi kıyısında bugünkü Cankurtaran ile Kumkapı arasındaki Çatladıkapı mevkiinde, Küçük Ayasofya’nın hemen doğusunda bulunan ve bugüne yalnızca kalıntıları ulaşmış olan bir Bizans sahil sarayıdır. Hıristiyanlık öncesi dönemlerden geldiği sanılan ismine bakılırsa, tarihinin çok eskilere gittiği düşünülebilir (Bukoleon Limanı). Fakat saray hakkındaki ilk bilgi orta Bizans dönemine (9. yy’ın ortalarından 13. yy başına kadar) aittir
2014 Uydu Görüntüsü
Doğrudan Marmara deniz surları üzerinde inşa edilmiş olan sarayın, merdivenlerle inilen bir limanı bulunmaktaydı. Bu liman tamamen imparatorların kullanımı için ayrılmıştı. 1956 yılında başlayan sahil yolu inşaatından önce deniz, surların dibine kadar gelmekteydi.
1982 Uydu Görüntüsü
1966 Uydu Görüntüsü
Saraya ve hemen yakınındaki limana adını veren Bukoleon sözcüğü, Grekçe “bukolos” (çoban) anlamını taşımakta, muhtemelen pagan dönemden kalmadır. Ortaçağ’a gelindiğinde ise bu adın “bus kai leon”dan (boğa ve aslan) meydana geldiği kabul edilir, daha sonra bazı Batılı yazarlarca “buca Leone” (aslanın ağzı) olarak adlandırılır. Bu bilgilere bakıldığında sarayın tarihinin çok eskilere uzandığı ihtimali olsa da, yapı hakkındaki ilk bilginin orta Bizans döneminden (9. yüzyıl ortaları ile 13. yüzyıl başı arası) geldiği görülür. Bu bilgiye göre Bukoleon Sarayı’nın İmparator II. Teodosios (408-450) tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Sarayı’nın temelinde ilkçağdan kalma mermer bloklar kullanılmıştı.
Kesit
Tarihçi Prokopios, 6.yüzyılda da imparator olmadan önce, genç İustinianus’un yine bu çevredeki bir sarayda yaşamış, imparator olduktan sonra da hormisdas evi olarak bilinen bu yapıyı bütünüyle değiştirip, imparatorluğa yaraşan bir görkemle büyük saraya katmış olduğunu yazmıştır.
Sahildeki bu sarayın mimari evrelerine baktığımızda ilk olarak 4. yy’ın ilk yarısında, Constantinus döneminde (306-337) İran’dan gelerek Bizans sarayına sığınan Hormisdas tarafından yaptırıldığı, ya da II. Theodosius döneminde (408-450) yapıldığı, 6. yy’da ise İmparator Iustinianus tarafından yenilendiği öne sürülmüşse de, bu dönem izlerini gösteren arkeolojik veri yoktur. 10. yy’da Nikephoros Phokas (963-969) sahil sarayını, Büyük Saray’ın da Hipodrom’daki imparatorluk locasına kadar olan kısmını içine alacak biçimde bir surla çevirmiş ve bu kısım artık İmparatorluk Sarayı olarak kullanılmaya devam ederken, diğer kısımlar terk edilmiş ve zamanla yıkılmıştır [Mango 1997]. Saray 14. yy’dan itibaren tamamen terk edilmiştir [Müller-Wiener 2001:225-228, res. 257-261]. Mimari Özellikler: Bukoleon Sarayı, sahil surları üzerinde, denize doğru çıkıntı yapan İmparatorluk İskelesi, bu iskeleden doğudaki fener kulesine kadar uzanan surun üzerindeki balkonlu cepheden, sur ile demiryolu arasında kalan tonozlu bazı mekanlardan ve bu kompleksi çevreleyen, Hipodrom’daki imparator locasına kadar uzanan bir çevre duvarından oluşmaktadır. Bu sahil sarayını çevreleyen surun günümüze ulaşan kalıntıları, demiryolu inşaatı ile büyük ölçüde yok olmuştur [Mango 1997: res. 5]. Sarayın denize bakan cephesinde 7 büyük kemerli pencere ya da kapı, ön taraftan konsolların taşıdığı bir balkona açılmaktaydı. Cephe, büyük kesme taş duvarın üzerine sonradan yapılmıştır. Bu cephenin arkasında 65 m’yi bulan uzunlukta, üzeri tonozla örtülü bir salon bulunmaktadır. Bu mekanın kuzeyinden demiryolu geçmektedir ve Hipodrom’a doğru uzanan kalıntılar günümüzde görülememektedir. Sarayın batısında, surlardan denize doğru çıkıntı yapan kısmın sarayın iskelesi olduğu bilinmektedir. Bu kısma saraydan büyük bir merdivenle inilmektedir ve kare planlı bu mekanın güney ve doğu taraflarındaki iki büyük kemerli açıklıktan denize ulaşılmaktadır. Bu kemerler daha sonraki dönemlerde küçük bir kapı bırakılacak biçimde örülmüştür. Sarayı iskeleye bağlayan merdivenin altında ise üç nefli bir sarnıç vardır.
Buluntular: 1993-1994 yılları arasında yapılan temizlik ve kazı çalışmalarında çok sayıda mimari plastik eser ile seramik, mozaik ve damgalı tuğlalar bulunmuştur. Bu buluntular bir yüksek lisans tezinin konusu olmuştur [Utkan 1996]. Mimari Plastik: Çok sayıda levha parçaları, sütun ve sütun başlıkları, kitabeli parçalar bulunmuştur [Utkan 1996:30-56]. Saraya 25 m mesafede yapılan bir inşaat kazısı sırasında 3×2 m boyutlarında iyi bir işçilik gösteren opus sectile tekniğinde taban mozaiği ve bu mozaiğin ait olduğu mekanın iç süslemesine ait renkli sırlı duvar çinileri ile mimari kaplama levhaları bulunmuştur. Üzerinde melek kabartması bulunan bir mermer levha da bulunmuş ve buluntular 10-11. yy’lara tarihlenmiştir [Asgari 1984:46, res. 17-19]. Çanak çömlek: Sarayın batı pavyonu ile imparator iskelesinde, ikisi seramik çöplüğü olmak üzere toplam beş açmada gerçekleştirilen kazılar sonucunda çok sayıda ve çeşitli formlarda sırlı ve sırsız seramik bulunmuştur. Sırlı seramikler genellikle sgrafitto tekniğinde ve kırmızı hamurlu parçalardır. Kirli sarı ve yeşil renk sır çoğunluktadır. Birçok parçada çeşitli tekniklerde işlenmiş figürler yer almaktadır. Bulunan parçaların büyük kısmı 12-13. yy’lara tarihlendirilmiştir [Utkan 1996:68-121]. Cam: Temizlik ve kazılarda az sayıda cam bulunmuştur. Bunlardan iki tanesi tam parfüm şişesi, diğerleri kırık parçalar halindedir [Utkan 1996:181-183]. Sikke: 9. yy’a ait bir adet bronz sikke bulunmuştur [Utkan 1996:191]. Küçük el sanatları: Kazılarda iki pişmiş toprak figürin, çeşitli kemik heykelcikler, taş ikona parçaları bulunmuştur [Utkan 1996].
Sahil Yolu Yapılmadan Önce
Başka bir kaynağa göre sarayın süreci ise şöyle işlemektedir;
14.-19. Yüzyılllar: Büyük Saray Bukoleon Sarayı da Palaiologoslar döneminde terkedilir. 1453 İstanbul Fethinden sonra bölge yerleşim alanına dönüşür. Merkez ise 1554 yılında Kızlar Ağası Mahmud Ağa tarafından inşa edilen ve üç bölümlü bir sarnıcın üzerinde bulunan Ağa Camii olur.
Sarayın deniz cephesinde bulunan heykeller grubu 1532 yılında bir depremde büyük zarara uğrar..16. yüzyılda ise ortadan kalkar.
Büyük Saray’ın bir parçası olan bu sahil sarayından ilk olarak İmparator Konstantinos Porphyrogennetos’un 10. yy’da yazdığı ve saraydaki törenleri anlatan “De Ceremonies” adlı kitabında bahsetmektedir (Porphyregennete 1935-1936). 1912 yılında çıkan büyük yangın bölgedeki yapıları yok ettiğinden, bu kalıntılar da ortaya çıkmış ve 1913 yılında T. Wiegand tarafından Büyük Saray’da araştırma ve kazılar başlatılmıştır. Aralıklarla 1918 yılına kadar süren kazı ve çalışmalar bir kitap olarak yayınlanmıştır (Mamboury-Wiegand 1934). Bölgede ikinci defa 1951 yılında St. Andrews Üniversitesi kazılara başlamış ve 1953’te S. Corbett Bukoleon’daki çalışmaları yürütmüştür (Corbett 1958). 1983 yılındaki bir temel kazısı sırasında ortaya çıkan opus sectile taban mozaiği ve renkli duvar çinileri N. Asgari tarafından araştırılmıştır (Asgari 1984:45-46, res. 12-16). 1993-1994 yılları arasında, İstanbul surlarının genel onarımı kapsamında, Bukoleon Sarayı ve İmparator İskelesi’nde de temizlik ve kazı çalışmaları yapılmıştır.
Arkeoloji Müzesinde Bulunan Saray Girişindeki Aslan
Tahribat: Demiryolu, yapılaşma ve kısmen sahil yolu çalışmaları nedeniyle sarayın büyük bölümü tahrip edilmiştir. Güney cephede üç adet mermer lento ve söveli açıklık ile iki adet kemerli açıklık vardır. Açıklıklardan biri yarıya kadar örülmüş, diğer iki açıklık yıkılmıştır. Balkonlu olan bu kısmında yoğun bitki örtüsü tahribatı görülmektedir ve üzeri yoğun olarak sarmaşıklarla örtülmüştür. Kuzey tarafı demiryoluna bakmaktadır ve buna bağlı olarak yoğun tahribat görülmektedir. Demiryolunun beton duvarları yapının duvarlarına dayandırılmıştır. İskele kısmına inen basamaklı rampanın altımda kalan sarnıcın içi ve çevresi çok yoğun bitki örtüsü ve çöplerle doludur. Balkonlu kısımdan sarnıca doğru ilerleyen duvarın bir kısmına beton dökülmüştür (TAYEx 08.09.2008).
Sahil Yolu Yapılmadan Detay
Bir başka kaynakta ise sarayın geçirdiği tahribatı farklı şekilde aktarmakta.
Eski Saray alanında yapılan yeni binalar ve büyük yangınlar (1489, 1741?, 1758, 1808.,1912) sarayın tüm kalıntıları da tümüyle yok eder. Deniz Surlarının yanında kalanlar pek çok kere betimlenerek resmedilmiştir.(Petrus Gylllius; 1794 civarı Choiseul-Gouffier)
1870 yılından itibaren demiryolu yapımı başka zararlara yol açar ve burada aslan figürleri ile bezenmiş deniz cepheside yok olur.
Saray Detayından Bir Monogram
1912 yılındaki büyük yangının verdiği zararların ardından, hemen aynı yıl R.Mesguich ve sonraki yıllarda T.Wiegand ve K. Wulzinger tarafından güçlendirme ve aynı zamanda kazı çalışmaları başlar. Saray bölgesi yürürlükte olan yasağa rağmen yeniden yerleşim bölgesi olur. Ancak son yıllarda sahil yolunun 1956 yılından itibaren inşasından sonra kalıntılar içine yapılmış kulübeler yıkılır ama sistematik bir onarım hala yapılmamıştır. Bugünkü tam bir mezbelelik. İki sene kadar önce vahşi kapitalızmin uyuşmuş lümpenliğinin çaresiz mağdurları tinerciler yatakları, yorganları sermişler, bali çekiyorlar , yanımdaki arkadaşımla bana saldıracakmış gibi bakıyorlardı.. Biraz dolaşıp hızlı adımlarla oradan uzaklaşmak zorunda kalmıştık. Yanılmayı çok isterim ama 2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti olan İstanbul’da ihmal edilen, hoyrat davranılan yapıların başında gelmekte. Rant kentinin kültür başkentine dönüşmesi dileğimiz.
Radi Dikici Theodora adlı kitabının 150 ve 151. Sayfalarında imparator Jüstinyen’in Theodora’ya nerede rastladığını anlattıktan sonra ertesi gün Makedonia’yı Theodora’ya göndererek çalışma ofisi olan Hormisdas’a gelmesini ister. Buluştuklarında direk evlenme isteğini söyler.
Bugün artık zor ayakta duran bu sarayda yaşananlara sadece bir örnekti bu.
1918
Arkeoloji Müzesinde Sergilenen Saraydan Kurtarılan Eserler
Mamboury Haritasında Sarayın Yeri
KAYNAKLAR:
John Freely Eyliya Çelebi’nin İstanbulu YKY
vct_0607_gulgunkoroglu.pdf erişimi için tıklayın
Nicholas V. Artamonoff Koleksiyonu
eski.istanbulium.net
vikipedia.org
İstanbul’un Tarihsel Topoğrafyası : Wolfgang Müller Wıener, Çeviren: Ülker Sayın -YKY Yayınları 1. Baskı Ocak 2001, 3. Baskı Mart 2007
Bukeleon Sarayı 2009 Sezonu Temizlik Çalışmaları Vakıf Restorasyon Yıllığı Sayı:4,İstanbul 2012, s.64
Erkmen SENAN – http://erkmensenan.blogspot.com.tr/
I
Yaşlılara göre değil bu ülke. Gençlik
Kollarında biri birinin, şarkılarında
Ağaçlardaki kuşlar (şu yok olan kuşak)
Somon çağlayanı, uskumru dolu denizler, yaz boyunca
Kanatlı veya kasaplık et yahut balık,
Övgü düzer vücut bulan, doğan, ölen ne varsa;
Hepsi o şehvetli müziğe tutulmuş,
Yaşlanmayan aklın anıtları unutulmuş.
II
Yırtık pırtık bir palto sırtında bir çıtanın,
Değersiz bir şeydir bir yaşlı adam, eğer
El çırpıp şakımıyorsa ruh, ölümlü kıyafetinin
Her bir paçavrası için şakımıyorsa daha da gür,
Anıtlarını kendi saltanatının
Öğrenmekten başka şarkı söyleme okulu yoktur;
Ve ben yelkenle geçtim deryayı
Geldim kutsal Bizans şehrine bundan dolayı.
III
Siz ey Tanrı’nın kutsal ateşinde duran bilgeler
Bir duvardaki altın mozaikte dururcasına,
Çıkın kutsal ateşten, oluşturun bir çember
Ve dönüşün ruhumun şarkı hocasına.
Yakın, iliştirildiği, ölmekte olan hayvandan bihaber
Ve şehvetle hasta şu kalbimi çevirin bir ateş parçasına;
Ve beni yeniden cem edin
Sanatında ebediyetin.
IV
Çıkacak olsam bir kez tabiattan,
Tabii bir şeyden gövdeli bir şekil almayacağım asla
Yunanlı kuyumcuların çekiçle ve mineyle işlenmiş altından
Uykulu bir imparatoru uyanık tutmak amacıyla
Yaptıklarından başka; Kondurduklarından
Başkasını ya da, altın bir dala,
Geçmiş, geçen ve geleceğin ne olduğunu şakısın diye
Bizans’ın Lortlarına ve Leydilerine.
William Butler YEATS’den çeviren
Osman Tuğlu
Share |
Sailing To Byzantium
User Rating:
8.0 /10
(22 votes)
– vote – 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10
Print friendly version
E-mail this poem to e friend
Send this poem as eCard
Add this poem to MyPoemList
I
That is no country for old men. The young
In one another’s arms, birds in the trees
-Those dying generations-at their song,
The salmon-falls, the mackerel-crowded seas,
Fish, flesh, or fowl commend all summer long
Whatever is begotten, born, and dies.
Caught in that sensual music all neglect
Monuments of unaging intellect.
II
An aged man is but a paltry thing,
A tattered coat upon a stick, unless
Soul clap its hands and sing, and louder sing
For every tatter in its mortal dress,
Nor is there singing school but studying
Monuments of its own magnificence;
And therefore I have sailed the seas and come
To the holy city of Byzantium.
III
O sages standing in God’s holy fire
As in the gold mosaic of a wall,
Come from the holy fire, perne in a gyre,
And be the singing-masters of my soul.
Consume my heart away; sick with desire
And fastened to a dying animal
It knows not what it is; and gather me
Into the artifice of eternity.
IV
Once out of nature I shall never take
My bodily form from any natural thing,
But such a form as Grecian goldsmiths make
Of hammered gold and gold enamelling
To keep a drowsy Emperor awake;
Or set upon a golden bough to sing
To lords and ladies of Byzantium
Of what is past, or passing, or to come.
William Butler Yeats
İmparator Konstantin’in çok sevdiği ve üzerine titrediği bir kızı varmış. İmparator bir gün tüm falcılara kızının geleceğini sormuş. Falcılar kızın on sekiz yaşına girdiğinde bir yılan sokmasından öleceğini söylemişler. Bu kehanet karşısında telaşlanan imparator, hemen denizin ortasında, yılanların asla ulaşamayacağı bir kule yapmalarını emretmiş. Bir süre sonra yapılan kuleye çok sevdiği, dünyalar güzeli kızını yerleştirerek koruma altına aldırmış. Prensesin günleri bu kulede geçiyormuş. Günlerden bir gün kızın canı üzüm çekmiş. Bunun üzerine prensese bir sepet üzüm getirmişler. Meğer üzüm sepetinin bir köşesine zehirli, küçük bir yılan gizlenmiş. Prenses üzüm salkımını almak için sepete el attığı zaman bu yılan prensesin parmaklarını ısırıvermiş. Kızcağız yılan sokması sonucu orada can vermiş. İmparator Konstantin kızına en azından öldükten sonra yılandan kurtulması için demirden bir tabut yaptırarak onu Ayasofya’nın giriş kapısının üstüne koydurmuş. Ancak bugün hala aynı yerde bu tabutun üstünde bulunan iki delik ölümünden sonra bile yılanın kızı rahat bırakmadığına işaret ediyormuş (Mehmet Önder-Efsaneleri-Destanları Hikayeleriyle Şehirden Şehire Anadolu, İş Bankası Kültür Yayınları-1997).
Legend of the Snake in the basket
The Emperor Constantine had a daughter whom he loved very much. One day, the emperor called all his daughter’s future. The oracles told him that his daughter would be stung to death by a venomous snake’s bite on her 18th birthday. The emperor, in an effort to prevent his daughter’s early demise by placing her away from land so as to keep her away from any snakes, had the tower built in the middle of the Bosphours to protect his daughter until after her 18th birthday. After a while, he sent his much beloved daughter to that tower.
The days of the princess were passing in this tower. One day, the girl wanted to eat grapes. Whereupon, a basket of grapes had been brought to her. Upon reaching into the basket, however, a snake that had been hiding amongst the grapes bit the young princess and she died in her father’s arms, just as the oracle has predicted. Emperor Constantine had an iron coffin made for her daughter so that she would be protected from sankes after her death and placed it on the entance gate of Hagia Sofia. However, today, the two holes o the coffin in the same place she was bitten show that the snake disturbed her after her death as well.