XI. KONSTANTİN PALEOLOGOS’UN MEZARI

Mezarının hakkında, gerek Bizanslılar gerek Osmanlılar için hep bir efsane ve inançlar zinciri anlatılageldi. Haliyle bir sonuca bağlanmayan bu konu hakkında eski bir gazete haberinden yola çıkıp Steven Runciman’ın (Orta Çağ ile ilgili çalışmaları bilinen Britanyalı tarihçi) topladığı varsayımları günümüze uyarlayacağız.

XI. Konstantin’in mezarı hakkında ortaya sunulan görüşler o kadar çok ki, herkes kendine en yakını üstüne aldı ve almakta.

Bazıları İstanbul düştüğünde çektiği ıstıraba dayanamayan imparatorun gökyüzüne çekildiğinden bahsedip buna inanırken, bazıları cesedin bulunduktan Fatih tarafından Hıristiyanlara verilen emirle ve hak ettiği değeri görmesi için defnedilmesi gerektiğini söyler. Evliya Çelebi Sulu Manastır’a (şimdiki Surp Kevork Kilise’sinin altı) gömüldüğünü söyler. Bazıları Balıklı Ayazma’ya gömüldüğünü söylerken bazıları Aya Teodosia Kilisesi’ne (Gül Cami) gömüldüğünden bahseder. Kimilerine göre başı gövdesinden ayrılmıştır, padişah kesik başı teşhir eder. Kimilerine göre Topkapı – Aya Romanos Kapısı civarında ezilerek ölmüştür. Kırmızı ayakkabılarından tanırlar.

Tüm bunların içinde gazetenin birazdan değineceğim seçeneği haber yapması bir gizemin peşinden gitmesinden dolayı değildi elbette. Bölgedeki imar faaliyetleri İMÇ bloklarının inşaatı ile aynı döneme denk gelmektedir.

Raymond’un anlatısına göre Vefa civarında bir azep askerinin mezar taşında “bu adam donanmanın ateşçilerindendi ve vaki hareketi sebebiyle Sultanın emriyle öldürülmüştür”, yazmaktadır. De Paspah ise bunu bilen bir kahvecinin bu mezarı imparatora ait göstermeye çalıştığını, bir mezarın kurbana diğerinin ise azep askerine ait olduğunu yaymaya çalıştığından bahseder.

Fakat bunlardan önce Grossvenor 1895 yılında Constantinople adlı eserinde bu mezardan “İstanbul’daki Vefa mahallesinde, yerli Rumların İmparator Konstantine ait olmak dolayısıyla saygı gösterdikleri sefil ve isimsiz bir mezar vardır. Ürkek bir hürmet, mezarın etrafına bir takım iptidai tezyinat vücude getirmiştir. Kabrin etrafında, gece gündüz mumlar yanıyordu. Geçmiş seneler evveline kadar burası, bir ibadet yeri olarak, gizlice ziyaret ediliyordu. Daha sonra Osmanlı hükümeti, şiddetli tedbirler almış ve bu yüzden burası aşağı yukarı terkedilmiştir” diye bahsetmektedir.

Burada askerin sultan tarafından cezalandırılma sebebi Tursun Bey’in anlatısında şöyle geçmektedir; Yeniçeri kıyafeti giyen bir azep askeri yağmaya giderken kaçmakta olan imparatorla burada karşılaşır ve XI. Konstantin’i öldürür. Bunu öğrenen Sultan ise azep askerinin öldürüldüğünden bahseder.

Gazete burada “Vefadaki kabir, yakınlarda gördüğü hürmet dolayısiyle enteresan bir mahiyet almakla beraber; ihtimal ki, pek eski değildir. Fakat Vefadaki kabirlerde hafriyat yapılmasını, Azap Dedenin mezar: üzerindeki kitabenin tekrar okunmasını ve bu kitabenin ne zaman yazılmış olduğunu tayin edilmesini, diğer kabrin de açılmasını teklif etmek isterim. Şayet buradaki kabir içindeki ceset, teşhis imkanı verirse o zaman, vaziyeti tayin etmek mümkün olur. Şayet kabrin içindeki ceset kafasız ise, o zaman, imparatorun buraya gömülmüş olduğuna hükmetmek için imkan hasıl olur. Çünkü bu meselede muhakkak görünen bir şey varsa, imparatorun kafasiyle cesedinin birbirinden ayrı düşmüş olduklarıdır” diyerek başta bahsettiğim İMÇ inşaatlarına atıfta bulunarak bir fikir sunmakta. Daha sonra araziden bir fotoğraf paylaşmaktadır.

Peki elimizde neler var dediğimizde, bir haritada Azep Askeri Sokağa yakın bir noktanın Konstantin’in Mezarı olarak işaretlendiğini görüyoruz. Alman Mavileri’ne kadar incelediğim haritalarda bir değişiklik yokken Alman Mavileri’nde Konstantin Sokak (Çıkmaz Sokak) adlı çıkmaz sokağa rastladım. Sokağı güncel haritayla kesiştirdiğimde pek bir sonuca ulaşamadım ama göreceğiniz üzere Konstantin Mezarı olarak işaretlenen noktanın, günümüz haritası ile kesiştirdiğimizde Mehmethan Sokak sonunda İmam Hatip Lisesi’nin bahçesinde kalmakta olduğunu gördüm.

Haritada İMÇ ve diğer faaliyetler esnasında yıkılan Küçük Kovacılar Hamamı ile diğer birkaç yapıyı işaretledim. Faaliyetler esnasında bu alan bir araştırma yapılmış olsaydı sanırım haberimiz olurdu. Burada ya bir azeb askeri ya imparatorun mezarı ne vardı ise dümdüz edilip geçilmiş olma ihtimali yüksek.  

Alman Mavileri

XI. Konstantin’in günümüze ulaşan tek el yazısı ve imzası

Reklam

Bizans Dönemi İncil Örnekleri – 1

 

Konstantinopolis’te 1100 ve 1150 yılları arası yazıldığı tahmin edilen bu İncil 327 sayfadan oluşmaktadır. Parşömen kağıda renkli çizimler mevcuttur. Kaplaması ise Ortaçağ ciltleme tekniği kullanılarak yapılmıştır. Kapağında metal bir haç monte edilmiş nadide bir Bizans Dönemi İncil’idir.

 

indir (3)

indir (5)indir (7)indir (10)indir (13)indir (15)indir (17)indir (19)indir (21)indir (23)indir (24)indir (25)

Nikitas Kronikleri

Tahtı pek meşru olmayan, hele Hıristiyanlığa hiç sığmaz bir tarzda ele geçirdikten sonra, onu öz oğlum yerine bir yabancıya teslim etsem, bana deli demezler mi?

Aleksion Komnenos’tan karısına.

Nikitas’ın “Ioannes Konnenos” bölümündendir.

 

yaz3

 

İmparator Manuel Doğulu halkları para ya da silah gücüyle kendi tarafına çekmenin kolay olduğunu düşünürdü. Ancak aynı şeyi Batılılar için söylemek mümkün değildi. Çünkü sayıları ürkütücü derecede çoktu. Boyun eğmeyecek kadar gururluydular. Zalimdiler, zengindiler ve ezeli beri İmparatorluktan nefret ediyorlardı.

Nikitas’ın “Manuel Komnenos” bölümündendir.

 

tttt

Nikitas Honiatis (Akominatos)

Niketas_Choniates

 

Uzun bir zaman ara verdiğimiz sitemize fişek gibi bir dönüş yaptık. Soyağaçları devam edecek ama şimdilik 1204 Haçlı İstilası’na da şahit olan Bizans kronikçisi Nikitas Honiatis gerçek adı Akominatos’un hayatı ve yer yer kronikleri ile devam edeceğiz.

Zengin bir anne babanın çocuğu olarak Frigya’da Chonae yani şimdi ki Denizli Honaz’da 1150 yılında doğmuştur (bazı kaynaklara göre 1155). Chonae Piskoposu Nikitas tarafından vaftiz edilip onun verdiği kendi ismi almıştır. Soyadını doğduğu yer olan Honaz-Honiatis’ten almıştır. Dokuz yaşına geldiğinde abisi Mihail ile Konstantinopolis’e eğitime yollanmıştır.

Eğitimini tamamladıktan sonra bürokraside bir makam elde ettiği, Angelos Hanedanı Megas Logothetis yani Şansölye görevine atanmıştır. Bir dönem Philippolis Valiliği yaptığı bilinmektedir. Dördüncü Haçlı Seferi sırasında 1204 yılında yaşananlara şahit olup kaleme almaya devam etmiştir. Şehir Latinlerin eline geçince İmparator I. Theodoros’un sarayının bulunduğu İznik’e (Nicea) sığınıp edebiyatla uğraşmıştır.

1118 ile 1207 arası dönemi kapsayan 21 kitaplık bir eser bırakmıştır. Görgü tanığı olduğu ve ilk elden duyduğu olayları tarafsız yazması bakımından önemli bir tarih yazarıdır. Dini çalışması olan Thesaurus Orthodoxae Fidei günümüze tamamı el yazması olacak şekilde ulaşmış kısmen basılmıştır.

1215 tarihinde ölmüştür. Umberto Eco’nun romano Baudolino kısmen Konstantinopolis’te Haçlı Kuşatması sırasında geçer. Hayali kahraman Baudolino, kuşatma sırasında Nikitas’ın hayatını kurtarır ve sonra hayat hikayesini ona anlatır

Yaklaşık 1215-16 tarihinde ölmüştür.

Latin İşgali için yazdıklarının bir bölümü…

Hiçbir şey dualarla yumuşatmaktan, hayırsever kılmaktan daha zor ve zahmetli değildi, bu huysuz barbarlar, her hoş olmayan kelimede safra kustu, böylece hiçbir şey öfkelerini dindirmeye yetmedi. Bunu deneyen herkes deli ve ağzının ayarı olmayan kişiler olarak alay konusu oldu. Çoğu zaman hançerlerine karşı çıkmışlardı ya da taleplerine engel olmuşlardı.

1204 haçlı yağması

Bizans Oyuncakları

Bir seneye yakın bir aradan sonra tekrar Bizans’a dönmek güzel elbette. O yüzden cebimizdeki oyuncaklarla dönelim istedik. Fazla yazıya girmeden sizi görsellerle baş başa bırakıp yakın zamanda yazacağımız yazıya hazırlanalım.

Merhaba…

 

Varangyan veya Vareg Muhafızlarına ait oyuncaklar

Vareg Muhafızları, 10. yüzyıldan 14. yüzyıla kadar Bizans imparatorlarının kişisel korumalığını yapan Bizans ordusunun seçkin birliğidir. Muhafızlar ilk defa Kiev Prensi I. Vladimir’in Hristiyanlığı kabulünü takiben 988 yılında İmparator II. Basileios’un yönetiminde oluşturulmuşlardır.

 

f3e10a791b6187760a5dc7fc35ca7872

Baştan ayağa Erguvan

 

Bir Bizans Askeri Oyuncağı

81c7c4c92cb6af55d32b67740e893181--byzantine-vii

 

Bizans Şarabı Tekrar Yapılabilir

Bizans Dönemi’ne tarihlenen bulunan ilk üzüm çekirdekleri, Necef Şarabı’nın yapımında kullanılmış. Necef Şarabı tüm Bizans İmparatorluğu’nun en iyi ve en ünlü şaraplarından biriydi. 1.500 yıldan daha eski olan kömürleşmiş üzüm çekirdekleri İsrail-Necef’teki Haluz kazısında bulundu.

Kazı başkanı Profesör Guy Bar-Oz, “Necef’te şu anda üretilen şaraplar hep Avrupa çeşitleri. Gerçek Necef Şarabı ise kaybolmuş durumda. Bizim bundan sonraki işimiz antik şarabı yeniden yaratmaya çalışmak olacak. Belki şarabın tadını ve neden bu kadar iyi bir şarap olduğunu anlayabiliriz” dedi.

 

Necef Şarabı, ya da diğer adıyla Gazze Şarabı, ismini imparatorluğun her yanına bu şarabın gönderildiği limandan alıyor. Yüksek kaliteli ve çok pahalı olan şarap, Bizans Dönemi’ne ait tarihi kaynaklardan biliniyor. Necef’te başka bölgelerde yapılan önceki kazılarda asmaların yetiştirildiği teraslar, şarabın üretildiği şaraphaneler, ve şarabın içlerinde saklandığı ve ihraç edildiği testiler ortaya çıkarılmıştı. Fakat üzümlerin kendisine dair bir kanıt hiç bulunmamıştı. Haluz Milli Parkı’nda, Necef’te Bizans’ın yükseliş ve düşüşünün nedenlerini araştırmak için yapılan Haluz kazısında üzüm çekirdekleri de bulundu.

Necef’teki başka yerlerde olduğu gibi, zamanında Necef’teki en önemli Bizans şehri olan Haluz’da da taş binalar, geçen yüzyıllar boyunca taş hırsızlığına kurban gitmiş durumda. Kazılarda sıklıkla yaşandığı gibi, üzüm çekirdekleri de bir çöp çukurunda bulundu. Profesör Bar-Oz, şehrin çöp çukurlarının neredeyse tamamen korunmuş olduğunu ve bunların antik şehrin sınırlarını işaretlediğini söyledi.

Bu çöp çukurları o kadar bariz ki Google Earth gibi uydu görüntülerinde bile görülebiliyor. Çöp çukurunda bulunan seramikler ve sikkeler çöplerin çoğunlukla MS 6. ve 7. yüzyıllarda biriktiğini gösteriyor. Bu dönemde şehir ekonomik başarısının zirvesindeydi. 7. yüzyılın ortasında Haluz’un bilinmeyen nedenlerden dolayı çöküşünden sonra hem şehir hem de çöp çukurları terk edilmişti.

sar

 

Antik çöp çukurlarında araştırmacılar yüksek oranda saklama, pişirme, servis etme amaçlı kullanılan seramik parçaları buldu. Antik Necef Şarabı’nı saklamak için kullanılan testiler de bunların arasındaydı. Çöplerde ayrıca, Bizans şehri sakinlerinin zenginliğini gösteren büyük miktarda biyolojik kalıntı buldu: bunların arasında hayvan kemikleri, Kızıldeniz balıklarının kemikleri ve Akdeniz’den ithal edilen deniz kabukluları var.

En önemli buluntu ise yüzlerce kömürleşmiş üzüm çekirdeği oldu. Arkeologlar, antik Necef Şarabı’nın nasıl yapıldığıyla ilgili direk bilgiler verecek olan Necef üzümü çekirdeklerine ilk defa rastlandığını söylüyor. Arkeologlar şimdi, biyologlarla el ele vererek üzümlerin DNA dizilimini çıkarabilmeyi ve bu yolla kökenini bulabilmeyi umuyor.

Arkeologlar, Necef’te şu anda yetiştirilen Avrupa kökenli asmaların çok bol su istediğini belirtiyor. “Günümüzde teknoloji sayesinde bu çok zor değil, fakat 1,500 yıl önce bunu sağlamak imkansız gibi görünüyor. Necef’e uygun yerel üzüm çeşitleri yetiştirildiğini düşünmek daha ilginç. Belki de Necef Şarabı uluslararası ününü, asmaların Necef’teki kuru koşullarda yetiştirilme şekline borçluydu.”

Bu keşif hem yerel şarap üreticileri hem de arkeologlar için heyecan verici oldu. Şimdi herkes Necef Şarabı’nın sırrını ortaya çıkarıp, Bizans İmparatorluğu topraklarında neden bu kadar ünlü olduğunu anlamak istiyor.

Bizans şehri Haluz, ya da Yuncanca adıyla Elusa, Nebatiler tarafından kurulmuş, ama Bizans Dönemi’nde 4. ve 7. yüzyıllar arasında doruk noktasına ulaşmıştı. Şehir daha sonra Necef’teki en büyük ve en önemli Bizans şehri olmuştu.

 

arkeofili.com

Çemberlitaş (Constantin Sütunu) Efsanesi

Şehir efsaneleri, her büyük kentin kuruluşundan itibaren yayılan ve yıllar sonra doğru olmadığı ispat edilse bile halk tarafından inanılmaya devam eden hikayelerdir.

Bunların bazıları kısmen doğrulansa da bazıları hiç bir şekilde karşılık bulmadı.

Bizans Efsaneleri’de bu şekilde hala halk arasında devam etmekte. Daha önce bir efsane ile giriş yaptığımız bu bölüme artık daha sık ve çeşitli kaynaklardan yararlanarak paylaşımlarda bulunup siteyi biraz daha heyecanlı hale getirebileceğimizi düşündük. İyi okumalar.

ÇEMBERLİTAŞ EFSANESİ VE TÜNELLER

Çemberlitaş ya da Constantin sütunu Bizans’ın merkezi ve de simgesi olarak bilinir ve sayılırdı çünkü, Bizans’ın Constantin tarafından fethinin (18 Eylül 324) ve kutsamasının (8 Kasım 324) bir işaretiydi. Aynı zamanda başkaca kutsal emanetlerin biraraya getirildiği bir gizemler noktasıydı. Bizans inanışlarına göre Constantin sütunun temelinde Truva’dan gelme tanrıça Pallas Atina’nın tahtadan yapılmış heykelini, Nuh peygamberin asasını, Musa’nın sular fışkırttırdığı taşı, İsa’nın ekmekler dağıttığı günden kalan yedi ekmeğin kırıntılarını gömdürmüş ve temeli kendi eli ile kapatmıştı.

OLYMPUS DIGITAL CAMERA
OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Çemberlitaş’ın tepesinde yükselen ve Apollo’ya benzetilen Constantin’in heykelinde de İsa’nın haçından (çarmıhından) bir parça bulunduğuna dair inanışlar da vardı. 1105 yılında heykel kopan bir fırtınada, birkaç kişiyi de ezerek yıkılıyor sonraki yıllarda, İmparator I. Manuel Comnenos’un döneminde, sütun tamir ediliyor ve 1779’da I. Abdülhamit’in emri ile çemberler yenileniyor. İstanbul’daki sütunlar, dizi dizi efsaneler yaratarak, etrafa gizemler dağıtıyorlar:

– Avrat pazarı’nda içi boş, mermer parçalarından yapılmış bir sütun ve tepesinde bir heykel, o da bembeyaz mermerden.

Yılda bir kez heykel ses verir, kuşlar etrafına dönmeye başlarlar çılgıncasına ve bir kısmı yere düşer bitik. Halk onları toplar kendine bir ziyafet çeker. Bizde Avrat Taşı olarak bilinen Arcadius sütunudur bu, kala kala bir kaidesi kalmıştır Cerrahpaşa’da bir de tepesinden kopan bir parça.

Sütun 403 yılında İmparator Yüce Theodorius’un anısına dikiliyor İmparator Arcadius tarafından; 421’de 2. Theodosius tepesine babası Arcadius’un kuşları cezbeden heykelini yerleştiriyor; 542’de sütuna düşen bir şimşek heykelin bir elini kırıyor; 740’ta ise heykel kendiliğinden devriliyor ve 1719’da sütun yıkılıyor. Avratpazan’ndaki Avrat Taşı’na karşın Fatih’te bir Kız Taşı veya Marcianus sütunu…

Bunun tepesinde de, Bizans döneminde bir heykel duruyordu: İmparator Marcianus’un oturmuş haliyle bir heykeli. Efsanelere göre sorun yaratan bir imparator heykeliydi bu, çünkü yakınlarından geçen kızların bakire olup olmadıklarını açık açık duyurmak gibi kötü bir huya sahipmiş.

Evliya Çelebi de bir başka olağanüstü sütun ve heykelden söz ediyor, Çatladıkapı’da bulunan. Dört köşeli olan bu sütunun tepesindeki heykel ise tunçtan yapılmıştı ve bir çeşit haberci-koruyucu görevini görüyormuş: Akdeniz’den yaklaşan düşman gemilerini haber verir, gemiler yaklaşınca da ağzından çıkan bir ateşle yakıp kül edermiş.

Çemberlitaş’a dönelim: Çemberlitaş ve altında bulunduğu söylenilen iç oda ile ilgili ilginç bir yorum Haluk Egemen Sarıkaya’dan gelmektedir. Sarıkaya’nın savına göre, “Mabet Prototipine uygun her kutsal yapı gibi, Çemberlitaş’ın da yeraltı Agarta sistemiyle ilişkisi olması sözkonusudur.”

Bu savı ile ilgili olarak araştırmacımız 1930’lu yıllarda Çemberlitaş civarında yapılan bir arkeolojik kazı sonucu labirent şeklinde bazı dehlizlere rastlandığını, bu noktadan hareket edildiğinde Çemberlitaş’ın İstanbul’un altındaki dehlizlere açılan bir kapı, bir giriş hatta bir enerji noktası işlevini gördüğünü de eklemektedir, rahatça tartışılabilir bir yorumla.

Eski Bizans’ın merkezi olan Hipodrom, Sultan Ahmet ve civarının Aksaray’a ve belki de daha ötesine kadar yeraltı galerileriyle döşendiği bir gerçektir ve Sarıkaya bu gerçeğe kaynak olarak, “İstanbul’un Yedi Harikası” adlı 80 küsur yıllık bir kitaba dayanarak Yerebatan Sarayı ile Kınalıada arasında uzanan bir tünelden de söz etmektedir.

“Köpek Öldüren Kanalı denilen bu dehlizin, Yerebatan Sarayı’nın gizli bir girişinden başlayarak kuzeydoğu yönünde ilerlediği ve boğazın Marmara’ya açıldığı yerde denizaltından geçtiği, Üsküdar’dan itibaren de güneydoğuya doğru bir açı yaparak, düz bir hat halinde, önce Üsküdar-Kadıköy sahillerinin ve daha sonra gene Marmara’nın altından uzanıp Kınalıada’ya ulaştığı ve buradaki manastırda son bulduğu belirtilmektedir.”

Efsaneyi iyice gizemli hale getirip tam bir şehir efsanesi haline getiren haliyle bitirelim;

1972’de Aksaray’da belediyenin kanalizasyon inşası için yaptığı bir kazıda Bizans devrinden kalma bir mezarlık (katakomb)bulunuyor, ikinci katı sularla dolu; 1963’te Taşlıtarla’da, Havuzbaşı semtinde, oto tamircisi Cavit Cinci boş bir arsada açılan bir delikten, define aramak niyetiyle yeraltına iniyor. Cinci ortadan kayboluyor, tarlanın altında açılan dehlizi arkeologlar araştırıp bunun da iki katlı ve yaklaşık olarak 87 metre uzunluğunda olduğunu saptıyorlar.

Arayışlar sürdürülürken Cinci’nin cesedi bulunuyor fakat bir bataklığa varan dehlizin devamına ulaşılmıyor, ne olduğu, ne işe yaradığı ve hangi döneme ait olduğu ise kesinlikle anlaşılmıyor.

Ayaklarımızın altında yerini, sayısını ve işlevini bilmediğimiz bunca dehlizler, yeraltı yolları ve labirentler açıldığına göre zaman zaman yerin altından garip seslerin çıkmasına, yükselmesine hiç şaşmamamız gerekiyor. 26 Eylül 1980 gecesi, İnönü stadının civarlarında, yeraltından gelen ve balyoz sesine benzeyen gürültüler duyuluyor. Sesleri duyan ve meraklanan bir grup asker ilgililere haber veriyor, yerinde bir araştırma yapılıyor fakat ne seslerin nedeni, ne de kesin çıkış noktaları anlaşılamıyor. Anlaşılmayan veya açıklanamayan her olayın altında bir esrar aramak değildir niyetimiz. Ancak yukarıdaki örnekte en basit, doğal bir açıklama olarak bir yankılanmadan söz edebiliriz.

Aynı şekilde, mantıksal bir süreç içinde, bu ve benzer sesleri, aşırı gibi görülebilecek ama araştırmaya her zaman açık bir yaklaşımla gürültüleri henüz bilmediğimiz, gereği ile araştırılmamış bir “yeraltı yolları” varsayımına da bağlayabiliriz. Yeraltı dehlizleri, yeraltından çıkan sesler ve yine yeraltından çıkan hayvanlar…

Giovanni Scogaamillo – İstanbul Gizemleri (Büyüler, Yatırlar, İnançlar)

Sailing To Byzantium / Bizans’a Yolculuk

I

Yaşlılara göre değil bu ülke. Gençlik
Kollarında biri birinin, şarkılarında
Ağaçlardaki kuşlar (şu yok olan kuşak)
Somon çağlayanı, uskumru dolu denizler, yaz boyunca
Kanatlı veya kasaplık et yahut balık,
Övgü düzer vücut bulan, doğan, ölen ne varsa;
Hepsi o şehvetli müziğe tutulmuş,
Yaşlanmayan aklın anıtları unutulmuş.

II

Yırtık pırtık bir palto sırtında bir çıtanın,
Değersiz bir şeydir bir yaşlı adam, eğer
El çırpıp şakımıyorsa ruh, ölümlü kıyafetinin
Her bir paçavrası için şakımıyorsa daha da gür,
Anıtlarını kendi saltanatının
Öğrenmekten başka şarkı söyleme okulu yoktur;
Ve ben yelkenle geçtim deryayı
Geldim kutsal Bizans şehrine bundan dolayı.

III

Siz ey Tanrı’nın kutsal ateşinde duran bilgeler
Bir duvardaki altın mozaikte dururcasına,
Çıkın kutsal ateşten, oluşturun bir çember
Ve dönüşün ruhumun şarkı hocasına.
Yakın, iliştirildiği, ölmekte olan hayvandan bihaber
Ve şehvetle hasta şu kalbimi çevirin bir ateş parçasına;
Ve beni yeniden cem edin
Sanatında ebediyetin.

IV

Çıkacak olsam bir kez tabiattan,
Tabii bir şeyden gövdeli bir şekil almayacağım asla
Yunanlı kuyumcuların çekiçle ve mineyle işlenmiş altından
Uykulu bir imparatoru uyanık tutmak amacıyla
Yaptıklarından başka; Kondurduklarından
Başkasını ya da, altın bir dala,
Geçmiş, geçen ve geleceğin ne olduğunu şakısın diye
Bizans’ın Lortlarına ve Leydilerine.

William Butler YEATS’den çeviren

Osman Tuğlu

Share |

Sailing To Byzantium

User Rating:

8.0 /10
(22 votes)

– vote – 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10

Print friendly version

E-mail this poem to e friend

Send this poem as eCard

Add this poem to MyPoemList

I
That is no country for old men. The young
In one another’s arms, birds in the trees
-Those dying generations-at their song,
The salmon-falls, the mackerel-crowded seas,
Fish, flesh, or fowl commend all summer long
Whatever is begotten, born, and dies.
Caught in that sensual music all neglect
Monuments of unaging intellect.

II
An aged man is but a paltry thing,
A tattered coat upon a stick, unless
Soul clap its hands and sing, and louder sing
For every tatter in its mortal dress,
Nor is there singing school but studying
Monuments of its own magnificence;
And therefore I have sailed the seas and come
To the holy city of Byzantium.

III
O sages standing in God’s holy fire
As in the gold mosaic of a wall,
Come from the holy fire, perne in a gyre,
And be the singing-masters of my soul.
Consume my heart away; sick with desire
And fastened to a dying animal
It knows not what it is; and gather me
Into the artifice of eternity.

IV
Once out of nature I shall never take
My bodily form from any natural thing,
But such a form as Grecian goldsmiths make
Of hammered gold and gold enamelling
To keep a drowsy Emperor awake;
Or set upon a golden bough to sing
To lords and ladies of Byzantium
Of what is past, or passing, or to come.

William Butler Yeats