KONSTANTİNOS LİPS MANASTIRI

(FENARİ İSA CAMİSİ)

İki rahibe Mese Caddesi’ni ellerinde sadaka kutularıyla yürüdüler. Philadelpion’u geçince Bovis Forumu’nu arkalarına alıp tarlalar boyunca uzanan toprak yola saptılar. Forumun uğultusu hala duyuluyordu. Lips Manastırı gözüktüğünde ise denizden esen yel tüm şehri serinletiyordu. Manastıra yaklaştıkça semantron sesleri duyulmaya başlamıştı.

Rüzgar arkasına kattığı bulutları şehrin üzerine örtüyordu…

(bizansconstantin.com)

Konstantinos Lips Manastırı halihazırda tarihi yarımada sınırları içerisinde, Vatan Caddesi’ne (Lykos Deresi) cepheli, Halıcılar Caddesi ile Şair Fuzuli Sokak arasında Bizans Döneminde Lykos Vadisi olarak adlandırılan bir noktada yer almaktadır.

Yazının ilerleyen dönemlerinde görsel öğeler ile destekleyeceğimiz manastır yapılar topluluğundan kilisenin (şimdiki kuzey kilise) yapımına 901 yılında başlanmıştır. Constantine Porphyrogenitus’a göre 7 yılda tamamlanmıştır. (Macridy, 1964, s. 255)

Bizanslı Amiral Konstantinos Lips tarafından manastırın bir parçası olarak yaptırılan kilise, Meryem’e (Panachrantos) adanmıştır. (Millingen, 1912, s. 127; Eyice, 1988, s. 337). Yapının kuzey cephesi üzerindeki mermer kornişte bulunan yazıtta Constantine’nin adı ve kilisenin Bakire Meryem’e ithaf edildiği yazmaktadır, yazılıdır. (Millingen, 1912, s.125; Ebersolt-Thiers, 1913, s.219).

Konstantinos Lips, İmparator VI. Leon (882-912) ve Constantine VII. Porphyrogenitus (912-956) dönemlerinde önemli bir askeri adamdır. Leon zamanında “protospathorius” (8-12. Yüzyıllar arasında en yüksek saray ünvanlarından biridir. Üst düzey generallere ve vilayet valilerine verilen bir unvandır.) konumundadır. İmparatorun zırhını korumaktadır. 913 yılında Ducas ile katıldığı bir savaşta komployla karşı karşıya kalıp başkente dönmüştür. 10 Ağustos 917’de Bizans ordusunun Bulgarlara mağlup olduğu savaşta ölmüştür. (Milingen, 1912, s.126, 127; Macridy, 1964, s.255, 256)

İmparator VI. Leon’un katılımıyla Haziran 908 yılında kilise ibadete açılır. İmparator manastırın yemekhanesinde ziyafet vermiştir (Continuatus, 284-813, s.371). bir söylentiye göre bu ziyafet esnasında güneybatıdan esen sert rüzgar evleri sarmış, her şeyi alt üst etmiş, şehir ahalisi ise dünyanın sonunun geldiğini düşünmüştür. Ardından kuvvetli bir yağmur ile bir fırtına kopmuştur. Esen bu güneybatı rüzgarının adı ise Lips yani lodostur. Tarihçiler ise bu olayın Constantine’in soyadı ile nasıl bir rastlantısı olduğunu açıklayamamaktadır (Millingen, 1912, s.127).

Dördüncü Haçlı Seferi’ne kadar olan (13. Yüzyıl) dönemde İmparatoriçe Theodora tarafından yapıya yeni bir kilise eklenmesine kadar olan süreç ile ilgili herhangi bir bilgi ve kayıt bulunmamaktadır. Halk arasında Kuzey Kilise olarak da anılan yapının devşirme malzemelerden kimi kaynaklara göre eski bir Roma Mezarlığının taşlarının kullanıldığı düşünülmektedir. Bu savı destekleyen önemli verilerden birisi, Gülçin Kahraman’ın Fenari İsa Camisi/Konstantinos Lips Manastır Kilisesi Restitüsyon ve Koruma Önerileri adlı Doktora Tezinde belirttiği gibi yapıdaki bazı mermer elemanlar incelendiğinde gömü geleneği ile ilgili bilgiler içerdiği görülmüş, bu elemanların yakınlardaki nekropol alanından yapıya devşirme olarak getirildiği, bu elemanların genellikle işlenerek mermer korniş olarak kullanıldığı bilgisidir.

Latin işgalinden sonra şehre geri dönen Palailogos hanedanından İmparator Mikhael Palaelogos’un eşi Theodora Dukana Vatetzona kuzey kilisenin güneyine Vaftizci Yahya peygambere adadığı kiliseyi kendisi ve ailesi için mezar kilisesi olarak yaptırır (Milingen, 1912, s.127, 128) Theodora kilisenin yanı sıra, manastır sistemini korumak ve sürekliliğini sağlayabilmek amacıyla yapılar topluluğunun etrafına bir duvar yaparak çevreletmiştir (Talbot, 1992, s.299). Theodora 1304 yılında buraya gömülmüştür. İmparatoriçe Theodora, Vaftizci Yahya Kilisesi’nin güney nefine gömülmek istemiştir. Kendisinden önce ölen kızı Eudokia ile diğer kızları Anne ve İrene’nin mezarları da burada bulunmaktadır (Macridy, 1964, s.269,270, 271; Mango ve Hawkins, 1964, s.301, 302; Talbott, 2000, s. 1254, 1255).

Güney kilise ile kuzey kilise birleştirilirken kuzey kilisenin dış duvarlarına geçitler açılmıştır (Milingen, 1912, s.128). Kuzey kilisenin narteksinin yanındaki merdiven kulesinin güneye doğru taşkın olmasından dolayı güney kilise narteksi ana mekâna göre simetrik değildir. Ancak bu kısım kubbe ile örtülerek birleştirilmiştir (Milingen, 1912, s. 129, 133, 134).

Milingen, kiliseye önce bahsettiğimiz kişiler haricinde Trabzon İmparatoru John’un eşi III. Andronikos’un eşi Prenses İrene, III. Andronikos’un ilk eşi VIII: John’un eşi Rus Prensesi Anna’nın gömüldüğünü yazar. Başka bir kaynakta bunlara ek olarak Theodora ile Mikhael Palailogos’un (VIII. Mikhale-Mihail) oğlu Konstantinos Paleologos’un burada gömülü olduğu yazar (Çelik Gülersoy, 1976). 

Anne ve Babası ile Konstantinos Paleologos ortada
Anne ve Babası ile Konstantinos Paleologos ortada

II. Andronikos ölmeden 2 yıl önce burada keşiş olmuş ve 1322 yılında yine Lips Manastırı’na gömülmüştür. 1929 kazılarında kilisede 22 adet lahit bulunmuştur (Eyice, 1963, s.12). Rus Prensesi Anna halk arasında veba salgını paniği yaratmaması için öldüğü gece hemen burada defnedildiği sanılmaktadır.

II. Andronikos
II. Andronikos

Osmanlı Dönemi’nde 1497-1498 yıllarında II. Bayezid döneminde yapının Güney Kilise olarak anılan bölümü Molla Fenari’nin yeğeni Rumeli kadı askeri Fenarizade Alaaddin Bin Yusuf Efendi tarafından mescite çevrilir. Yapının güneydoğu kısmına bir minare eklenir. Yarım kubbelerden biri mihraba çevrilir. Medresenin baş hatiplerinden biri olan İsa Efendi’nin ( Lips Manastırı’nın Diyakon hücrelerini Halveti tarikatına tekke yapmıştır) adı ise camiye verilir. Aslında Baş Hatip İsa Efendi, Fenarilerden birisi değil ama şu an kullanılan isim hem Fenarizadelerin hem İsa Efendi denen kişinin birleşmiş halidir.  Kilise 1633 yılında bir yangında büyük hasar görerek kullanılmaz hale gelir. Sadrazam Bayram Paşa tarafından (ki Lykos Deresi’de bir ara Bayram Paşa Deresi olarak anılmıştı) 1636 yılında onarımı gerçekleştirilir. Bu onarımda Kuzey Kilise’de tekkeye çevrilir. İki kubbe yeniden inşa edilerek duvarlardaki mozaikler sökülür (Miller – Wiener, Wolgang, 1977).

1782 yılındaki başka bir yangınla yapı veya yapılar topluluğu tekrar zarar görmüştür. 65 yıl boyunca büyük bir onarım geçirmeyen yapı 1847-1848 yıllarında tekrar elden geçirilir. Güney kilisenin kolonları desteklenir. Nartekse korkuluk görevi gören yarım duvarlar kaldırılır.

120 yıllık bir hasarsızlığın ardından Lips Manastırı yeni bir doğal felaket ile tekrar sarsılır. 1904 yılındaki depremle yapının bir kısmı yıkılırken, 1918 yılında yine bir yangında kullanılamaz hale gelen yapı boşaltılır ve kaderine bırakılır.

Ta ki 1929 yılında Macridy öncülüğünde, Süleyman Hikmet’in İstanbul Arkeoloji Müzeleri ile birlikte yürüttüğü arkeolojik kazı çalışmalarına kadar. Bu çalışmalar sonrasında yapıya ait mermer parçaları ile lahitler çıkartılır. Sağlam lahitler Arkeoloji Müzesi’ne teslim edilirken harap durumda olup yapıda bırakılan lahitler 1930 ile 1960 arasında parçalanarak yok olmuştur. Burada bir görüşte, bu kazı çalışmaları bittikten sonra sahipsiz bırakılan manastırın defineciler tarafından talan edildiğidir. Manastıra dadanan defineciler kalan 22 mermer lahiti define bulma hayaliyle parçalıyor. Tabi lahitler boş çıkıyor ama geriye hiçbir şey kalmıyor. 

 Yapı 1947 yılında Ayasofya Müzesi’nin yönetiminde küçük onarımlar geçirmiştir (Müller-Wiener, 2007, s.128). 1959-1960 yıllarında ise Eski Eserler Umum Müdürlüğü’nün bütçesiyle Cahide Tamer kontrolünde onarım geçirmiş ve cami olarak tekrar kullanıma açılmıştır (Tamer, 2003, s.168).   

 1970 ve 1980’lerde Amerika Bizans Topluluğu tarafından kapsamlı bir bakım onarımından geçmiştir.

Lips Manastır Kilisesi’nin günümüze kadar geçirdiği serüven bu şekildeydi. Kilise haricinde manastır birliğini sağlayan yapılara veya işleyişe geldiğimizde ise günümüze ulaşan, her manastırın “typikon” adı verilen yazılı tüzükleri ve kurucusunun koyduğu kuralların bir kısmı mevcut. Bu typikonlarda manastırların kuruluş nedenleri, rahip ve rahibelere yol gösteren kurallar, manastıra bağışta bulunan kişilere ait bağış miktarları, yemek yeme ve gündelik yaşan kuralları yer alırdı (Ahunbay, 1997, s.159; Talbot, 1990 s.167).

Manastır hayatını anlatan günümüze kadar ulaşmış 52 adet typikon vardır. 1294-1301 tarihli typikon Alice – Mary Talbot tarafından Delehaye’nin 1921 tarihli “Deux typica byzantins de I’epoque des Paleologues” adlı yayınından tercüme edilerek yayınlanmıştır. Typikonun orijinal hali Bristish Kütüphanesi’nde bulunmaktadır.

Typikonlara göre, Theodora “Tanrı’nın isteği sonucu bir servet sahibi olduğunu ve manastır yaptırarak borcunu ödemeye çalıştığı” yazmaktadır. Çocukları ile manastıra gömülen imparatoriçenin ölümü ile ilgili sahneler  hem lahit üzerine hem typikona yazılmıştır. Typikonun başlangıcında, manastır hayatı, kinobion yaşam, başkanlık seçimiyle, ilgili bölümlerde eksik kısımlar bulunmaktadır. Typikondan elde edilen bilgiler şöyle özetlenebilir; manastırda elliye yakın rahibe vardır. Bunların otuzu ayinler ve koroda görevlidir. Yirmisi günlük işlere bakar. Bir yöneticiyle (rahip veya rahibe) birlikte, memurlar, zangoç, iki asistan, bekçi, haznedar bulunaktadır. Her rahibenin kendi hücresi vardır, fakat yemekleri yemekhanede hep beraber yerlerdi. Manastırda ayinler Pazar günleri diğer manastırlarla birlikte eş zamanlı olarak yapılırdı. Haftanın dört günü imparator ve önemli kişiler için yapılan törenlerle, Hz. Meryem’in doğumu gibi kutsal günlerde de ayinler düzenlenirdi. Manastırda dört rahip bulunuyordu ve ayinlerde ikili grup olarak görev alıp, düzenlenen ayinlerde maaş alırlardı. Eğer ayine imparator katılacaksa “kalliphonoi” (profesyonel ilahi okuyucuları) olarak adlandırılan ilahi şarkıcıları da ayine katılırlardı. (Gülçin Kahraman, 2017, Lips Manastırı Kilisesi Restitüsyon ve Koruma Önerileri – Talbot, 2000, s.1256, 1257).

Typikona göre manastırın rahibe ihtiyacına göre eğitim programları düzenlendiği, başka manastırlardan gelen rahibelerin Lips Manastırı typikonunu kabul etmek zorunda olduklarından bahseder. Ayrıca rahibelerin ruhsal babalarının olduğu, bu erdemli kişinin haftanın üç günü manastıra gelip misafirhanede kaldığı, rahibelerin her iki kilisenin de narteksinde sabah saatlerinde bu kişiye günah çıkarttıkları yazılıdır. Rahibelerin haftalık diyet programları vardır ve et yemekleri yasaktır. Rahibelere senede iki kere Ocak ve Nisan ayında yeni kıyafetler, senede bir kerede ayakkabı verilir, eskiler depoya kaldırılır veya ihtiyaç sahiplerine verilirdi (Gülçin Kahraman, 2017, Lips Manastırı Kilisesi Restitüsyon ve Koruma Önerileri – Talbot, 2000, s.1257, 1258).

Rahibeler yılda 4 kez kutsal günlerden önce (Paskalya, Noel vb…) yıkanırlardı. Manastırdan çıkmaları çok özel haller dışında yasaktı, aileleri onları manastırın misafirhanesinde ziyaret edebilirlerdi. Haftada bir kez manastıra doktor gelir, manastır hastanesinde ilaçlar bulunurdu. Yönetimdeki rahibeler, diğer rahibelerin maddi ve manevi mutluluğundan sorumluydu. Hem bir yönetici, hem bir psikolog hem de ruhani önder olması gerekiyordu. Akşam yemeklerinde ve kutsal günlerde manastır typikonu hatırlanarak seslice okunurdu. Manastır zangocu typikonu saklamak ve korumakla sorumluydu. Typikon manastır kompleksinin sahip olduğu mal varlıkları ile de bilgiler vermekteydi. Lips Manastırı bir imparatorluk manastırı olduğu için korunaklı bir yerdi. Patriğin manastır yönetimi ve kurumuyla ilgili herhangi bir rolü yoktu. Lips Manastırı typikonundan II.Andronikos’un “ephoros” (yönetici) seçilmesinden bahsetmektedir. Hastaneden ve mallardan edinilen gelirler II.Andronikos’a verilirdi (Gülçin Kahraman, 2017, Lips Manastırı Kilisesi Restitüsyon ve Koruma Önerileri – Talbot, 2000, s.1258, 1259).

İmparatoriçe, rahibelere ayinlerde ve kişisel dualarında kendisini de hatırlamalarını söyler, ömrünün son zamanlarını da burada geçirmek isteyebilirdi. İmparatoriçe Anna hastalığı süresince burada kalmıştır ve kendisine iki rahibe hizmet etmiştir. İmparatoriçe Theodora da kilisenin güney nefinde kendisi için bir gömü yeri tarif etmiştir. Onun yakınına kızı ve annesi gömülmüştür. Theodora kendisinden sonraki aile bireyleri için de hücreler tayin etmiştir (Erdoğan, 2009, s.7). Manastır typikonu, hastane ile ilgili bilgiler de vermektedir. 12 yatak kapasiteli hastanenin giderleri, II.Andronikos’un annesinin bağışlarıyla karşılanırdı. 3 doktor, 1 asistan, 1 hemşire, 1 baş eczacı, 2 eczacı, 6 hizmetli, 3 görevli, 1 aşçı, 1 çamaşırhaneci hastanede görev alırdı ve maaşları bağışlardan ödenirdi. Typikonda yemekler için harcanan paranın miktarı da yazılıdır. Typikonda İmparatoriçe Theodora Palailogina tarafından yapılan “Akhilleion (Çanakkale) ile Baris’teki (Isparta) arazilerinin 300 altın değerinde bir bölümü, balık çiftliği, Thermene’deki değirmen, Emporianos’un bağı, “paroiki” (bağımlı köylüler) ve ekilebilir araziden; 260 altın geliri olan Nymphai köyünden; ayrıca Skoteinon köyünden 183 altınlık “paroiki” gelirine ilaveten 4 değirmenden 70 altın, 2.600 birimlik ekilebilir araziden de 100 altın bağışlanmıştır (Talbot, 1999). Typikonda ayrıca manastırın Konstantinopolis’teki mülklerinin 3 bağ, sayısız bahçe, 6 değirmen ve Blachernai Sarayı çevresindeki 20 konut olduğundan bahsetmektedir. Manastır kompleksleri ayrıca vergiden muaftır (Talbot, 2000, s.1262). Typikon 21 bölümden oluşmaktadır, 20.bölüm dışındaki tüm bölümler manastır hastanesinden bahsetmektedir ve Lips Manastırı’nın “Kecharitomne Manastırı” ile aynı olduğu belirtilmektedir. Kecharitomne Manastırı bir Komnen Manastırı değildir. Ancak Lips Manastırı typikonunun yazarı söz konusu manastırın typikonundan faydalanmış olabilir (Talbot, 2000, s.1254). Typikonda baş rahip ve rahibenin seçilmesi, çıraklık dönemi, görevler, manastır dışına çıkmayı yasaklayan ya da düzenleyen kurallar, yemekhanede uyulacak davranış kuralları, bayramlar ve perhiz dönemlerinde yeme içme konusunda uyulacak kurallar, manastır kıyafetleri, iş bölümü, kuralları çiğneyen keşiş ya da rahibelere verilecek cezalar yer alırdı (Talbot, 2000).

Typikon, manastır hayatıyla ilgili bilgiler verirken, burada yer alan yapılarla ilgili de bilgilere ulaşmayı sağlamıştır. Rahibelere ve imparatorluk ailelerine ait hücreler, yemekhane, misafirhane, depolar, 12 yataklı bir hastane ve bu komplekste yer alan kişi sayısı kadar yatakhane olduğuna ilişkin bilgileri de vermektedir (Gülçin Kahraman, 2017, Lips Manastırı Kilisesi Restitüsyon ve Koruma Önerileri).

Bu bilgiler ışığında manastıra kuzey ve güney kilise haricinde bu yapıların dahil olduğu ve etrafının duvarla çevrili olduğu bilgileri artık kesinleşmiş oluyor. Ancak günümüzde kuzey ve güney kilise haricinde bir yapı kalmadığı için sadece Alman Mavileri haritasını baz aldığımızda kilise etrafında iki adet küçük yol gözükmekte, buradan şu an Historia AVM’nin bulunduğu güneydoğu aksındaki eski Rum Mektebi’ne kadar, kuzey ve kuzeydoğuda bulunan Halıcılar Meydanı ve ona cepheli son sokağı sınır olarak kabul edip kabaca bahsedilen yapıları yerleştirdiğimizde manastırın kilise ile birlikte şöyle bir görüntüsü ortaya çıktı.

Kilise ile birkaç detaya değinecek olursak, kilisede günümüze ulaşmayan üst katlardaki şapellere geçişi sağlamak için kullanılan bir merdiven kulesinin varlığı bilinmekte.

Kuzey kilisenin Osmanlı döneminde inşa edilmiş kubbesinin altında bulunan mermer korniş, yapının Orta Bizans dönemine ait mimari bir eleman olup, büyük ölçüde tahrip olmuş, kenar bitişleri hemen hemen kornişin yarısına kadar kırıktır. Macridy 1964 yılına ait yayınında bu parçaları belgelemiş, Mamboury ise kornişteki mevcut bezemelerden hareketle tüm kornişin restitüsyon çizimini yapmıştır.

Yapının farklı yerlerinde Grekçe yazılar restorasyon çalışmaları sırasında tespit edilmiştir. Devşirme olarak yapıya getirilen bu mermer parçalardaki yazıtlar bir kompozisyonu tamamlamamaktadır. Bu yazıtlarda, bu lahitlerin içlerine defnedilmelerine izin verilenler dışında başka kimselerin defnedilmeleri halinde ödenecek para cezalarının miktarları ve bu cezaların ödenecekleri kurumlar belirtilmiştir. Cezaları tahsil edecek kurumlar Asia eyaletinin metropolisi olan Kzykos (Erdek / Düzler / Belkıs) şehrinin ismi yer almaktadır, bu sebeple Lahitlerin Kzykos nekropol alanına ait olabileceği yorumlanabilir (Gülçin Kahraman, 2017, Lips Manastırı Kilisesi Restitüsyon ve Koruma Önerileri).

Yapı çevresinde bugün bile, sütun kaideleri, mermer korniş parçaları, mermer levhalar gibi birçok eleman bulunmaktadır.

Yapı Osmanlı döneminde camiye çevrilmesiyle birlikte geçirdiği onarımlar nedeniyle Bizans dönemine ait mozaik ve freskler günümüze ulaşmamıştır. Ancak 1929 yılında yapılan araştırma çalışmalarında mozaik ve fresk kalıntılarına ulaşılmıştır. Bunlardan en önemlisi Azize Eudokia mozaiğidir.

Bu mozaik 1918 yangınında tahrip olan ahşap çatı örtüsünün altında güneybatı şapelinin dış kısmında tersyüz olmuş şekilde bulunmuştur (Gülçin Kahraman, 2017, Lips Manastırı Kilisesi Restitüsyon ve Koruma Önerileri). Macridy (1964) bu ikonayı şu şekilde tarif etmektedir: “66 santim yüksekliğinde, 28 santim genişliğinde ve 7.3 santim kalınlığında, beyaz arka planlıdır. Yüzey 6 milimetre yüksekliğinde hafif konkavdır. İkonanın çevresindeki çerçeve 2.5 santim genişliğinde, 7 milimetre derinliğinde, sarı renkli taşlar ile baklava şeklinde dekore edilmiştir. İçerisinde kırmızı ve yeşil renkli cam mozaikler yer almaktadır. Çerçevenin içerisinde ayakta duran Aziza Eudokia ellerini açmış, dua ederken tasvir edilmiştir. Eudokia kafasında değerli taşlarla bezenmiş imparatorluk tacı takmaktadır. Tacın kenarlarında “perpendulia” adlı renkli taşlar sarkmaktadır. Yukarıya doğru açık olan iki eli üzerinin birinde H A Γ I A, diğerinde E Y ∆ O K H A yazmaktadır.”

Kilisede bulunan diğer önemli bir fresk ise güney koridorun batı kemeri içerisinde açıpğa çıkan Aziz Demetrius freskidir.

Mango ve Hawkins (1968) freski şöyle belgeleyip tarif etmişlerdir: 1.72 metre yüksekliğinde, 83 santim genişliğindeki aziz figürü St. Demetrius olmalıdır. Yeşil zemin üzerindeki figürün başındaki halenin solunda O ve A, sağında ∆ ve H harfleri bulunmaktadır. Kenarında sarı şeritler halinde inciler sallanan yuvarlak bir miğfer giymektedir. Bu fresk maalesef günümüze gelmemiştir.

Yapıda 1929 yılında Bizans Enstitüsü ile İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin yaptığı kazı ve araştırmalar sonrasında yapıya ait mimari elemanlara ve bilgilere ulaşılmıştır. Günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen bu yapı parçalarından en önemlisi ve tüm parçaları bir arada olan Havari Büstleri bezemeli kemerdir (Gülçin Kahraman, 2017, Lips Manastırı Kilisesi Restitüsyon ve Koruma Önerileri).

Kilisenin döşemesiyle ilgili kısa bir bilgi verecek olursak, restorasyon çalışmaları sırasında yapının halı kaplaması ve ahşap döşemesi kaldırılınca bazı kapı geçişlerinde mermer eşikler, güney kilisesinin naosunda da opus sectile döşeme kalıntıları ortaya çıkmıştır. Mamboury’nin fotoğrafında da bu elemanlar görülmektedir (Şekil 4.31??)   (Gülçin Kahraman, 2017, Lips Manastırı Kilisesi Restitüsyon ve Koruma Önerileri).

Lips Manastırı yazısına burada son verirken Doktora Tezinden çokça yararlandığım Gülçin Kahraman’a ayrıca teşekkür eder, Lykos Vadisi’nden pek uzaklaşmadan Myrelaion Manastır Kilisesi ile yolumuza devam edeceğimizi belirteyim.

Not: Gerek bu yazıda gerek başka yazılarda kendi çizimim olan görselleri ödev vs. için kullanmak isterseniz mail yoluyla ulaşabilirsiniz ve yazısız halini gönderebilirim.

Reklam

Kilise Planlarına Örnekler

SURP ASVADZDZİN ERMENİ KİLİSESİ-KUMKAPI

 

SURP ASVADZDZİN ERMENİ KİLİSESİ-KUMKAPI

SURP PIRGİÇ ERMENİ KİLİSESİ YEDİKULE

SURP PIRGİÇ ERMENİ KİLİSESİ YEDİKULE

SURP KRİKOR LUSAVORİÇ ERMENİ KİLİSESİ

SURP KRİKOR LUSAVORİÇ ERMENİ KİLİSESİ

SURP TATEOS PARTAĞOMEOS ERMENİ KİLİSESİ YENİKAPI

SURP TATEOS PARTAĞOMEOS ERMENİ KİLİSESİ YENİKAPI

Dragos Kazıları

KARTAL VE ÇEVRESİNİN TARİHÇESİ

İstanbul’un doğu yakasında yer alan Kartal İlçesi kuzeyde Ümraniye, kuzeydoğu’da Beykoz ve Pendik, doğuda Sultanbeyli ve Pendik, batıda Maltepe ilçeleri ile çevrilidir. Güneyinde ise Marmara Denizi yer alır. Kocaeli Yarımadasının bir uzantısı olarak kabul edilen Kartal tarih öncesi dönemlerden itibaren iskan görmüştür.

Tuzla, Pendik, Ümraniye, Dudullu ve İçerenköy’de bu dönemlere ait izler ve yerleşim yerleri tespit edilmiştir. M.Ö. 2 ve 3. binler arasında Marmara Denizindeki su seviyesinin düşmesi ve tuzlanma oranının artması sonucu değişen ekolojik şartlar Marmara kıyılarının tümünde yerleşimin terk edilmesine yol açmıştır.

Marmara kıyılarının tekrar iskan görmesi genel olarak M.Ö. 2. binlerin başlarında Karadeniz ve Balkanlar üzerinden gelen Trak halklarının göç etmesiyle başlar. M.Ö. 1200 yıllarında bölge Trak kökenli bir halk olan Bithynialılar tarafından iskan edilmiştir ve M.Ö. 1. binlerde (Demir Çağında) bir krallık olarak tarih sahnesinde belimiştir.

Bu döneme ait yazılı kaynaklarda da bölge Bithynia Trakyası olarak adlandırılmıştır. Bithynia toprakları M.Ö. 94-74 döneminde veraset yoluyla Roma’ya bağlanmış ve M.Ö. 74’de Roma’nın bir eyaleti haline gelmiştir. Daha sonra Bizans İmparatorluğu sınırları içinde kalan bölgeye Türklerin gelişi 1080 yılının başlarına rastlamaktadır. Ancak, 1329 yılında bugünkü Maltepe’de yapılan ve Bizanslıların yenilgisiyle sonuçlanan Pelekanon Savaşı sonrasında Osmanlılar bölgeye tümüyle hakim olmuştur.

İstanbul’un merkezinde olduğu gibi, Bithynia toprakları içinde kalan Kartal ve çevresinde de Helenistik ve Roma dönemleri ile ilgili bilgilerimiz oldukça sınırlıdır. Fakat, Bithynia’nın Roma Dönemi’nde yoğun bir imar faaliyetlerine sahne olduğu Genç Plinus’un mektuplarından anlaşılmaktadır. Bu dönemlerle ilgili olarak Samandıra’da ve Maltepe-İnceğiz köyünde Helenistik Dönem’den Geç Roma Dönemi’ne kadar süreklilik gösteren tümülüs tipi mezarların olduğu nekropol alanı tespit edilmiştir. Kartal ve çevresinin tarihi ile ilgili bilgilerimiz daha ziyade Bizans Dönemi ile başlar.

Kadıköy’den Pendik istikametine doğru Hieria (bugünkü Fenerbahçe), Rufiniannes (Caddebostan), Poleatikon (Bsotancı), Satyros, Bryas, Kartalimen (ya da Cartalimin bugünkü Kartal), mevkilerinin sıralandığı bilinmektedir. Ayrıca Tuzla (Akritas), Pendik (Pa(e)ntikion), Kartal, Maltepe, Küçükyalı ve Bostancı kıyılarının limanlara sahip olduğu ifade edilmektedir. Ayazmaları ve su kaynaklarıyla ünlü Kartal ve çevresinde Bizans Dnemi’ne ait bir çok manastır ve kilise kalıntısı tespit edilmiştir.

Tuzla’da ki Akritas Burnu yakınlarında 6. yüzyılda varlığı bilinen Hagios Trifon Manastırı, çevredeki küçük adalarda da Hagios Andreas ve Hagia Glikeria manastırlarından söz edilmektedir. Hagios Teotokos ve Hagios Demetrios manastırları ise yarımadadaki diğer dinsel yapılardı. Yine Tuzla kıyı şeridinde bir kilise kalıntısı ve Tuzla Değirmenaltı mevkiinde bir Bizans kalıntısı da tespit edilmiştir. Pendik’in Çınardere Mahallesinde Orta Bizans Dönemine tarihlenen bir manastır kalıntısı ile Maltepe-Küçükyalı’da da Satyros manastırı (Satry’e (satir) adanmış bir tapınağın üstüne, Konstantinopolis Patriği İgnatos tarafından M.S. 837-877 civarında inşa ettirilmiştir) ya da Bryas sarayı olduğu düşünülen bir kalıntı vardır.

Ayrıca Samandıra’da kaynak suyuyla ünlü Alemdağ yakınlarında I. Tiberius Konstantinos (578-582) ve Mavrikos (582-602) dönemlerinde inşa edilen bir Bizans (Damatrias) sarayının olduğu belirlenmiştir. Sultanbeyli’de Aydos Dağı üzerinde Orta ve Genç Bizans dönemlerine ait kale yerleşimi tespit edilmiştir.

 

DRAGOS KAZILARI

İstanbul V Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 16.07.2010 tarih ve 2689 numaralı kararı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün 05.02.2010 tarih ve 25462 sayılı kazı sondaj ruhsatnamesi ile Kartal İlçesi, Orhantepe Mahallesi, Dragos Mevkii, 188 pafta, 2222 ada, eski 162 yeni 207 parsel’de kazı çalışmalarına İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü başkanlığında 20.12.2010 tarihinde başlanmıştır.

Dragos Bizans kalıntılarının bulunduğu 207 parsel, V Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 29.12.2011 tarih ve 252 sayılı kararı ile 1. derece arkeolojik sit olarak ilan edilmiştir. 2010 yılında başlatılan kazı çalışmalarında parselin ortasına yakın alanda, kuzeyde, güneyde ve batıda olmak üzere üç ayrı bölgede çalışma yapılmış, alanın kuzeyinde hamam kalıntıları, güneyinde olasılıkla dini bir yapı kalıntısı ve batısında ise işlevi henüz bilinmeyen oldukça sağlam ve iyi işçilikli bir yapı olmak üzere üç ayrı mekan ortaya çıkartılmıştır.

Bizans Dönemi’nde Constantinopolis’in bir çok yerinde saray-malikane-hamam, kilise-manastır-hamam ya da malikane-kilise-hamam üçlemesinin bulunduğu ve Anadolu yakasındaki Marmara kıyılarında bir çok köşk, saray ve manastırın varlığı bilinmektedir. Ancak kazıların bu aşamasında, Dragos kazısı kilise, yapı ve hamam kalıntısının adı bilinen bir saray, özel bir malikane ya da manastırla bağdaşlaştırılması mümkün görünmemektedir. Mevcut kalıntıların genel olarak 4-6. yüzyıllar arasında inşa edildiği, çeşitli eklemeler, onarımlar ve düzenlemelerle 13. yüzyıla kadar kullanıldığı yapılan kazı sonuçları ile söylenebilir.

 

DİNİ YAPI-KİLİSE KALINTISI

 

Hamamın güneyinde yine geç Roma erken Bizans dönemine ait M.S. 4-6 yüzyılda inşa edilen kilise tespit edilmiştir. 2010 yılında başlayan ve kazıları hala devam eden kilisenin açığa çıkarılan mevcut ölçüleri 40 m. x 20 m. (695 m²)’dir. Plan özelliklerine bakıldığında üç nefli, üç apsisli bazilika planlı bir kilise olduğu görülmüştür.

Dragos Kazıları Kilise Planı

Dragos Kazıları Kilise Planı

Çift narteksli (giriş mekanları) kilise, naos (ana mekan) ve kutsal bema (apsisin ve ilahi söyleyen koronun olduğu yer, ibadet yeri) bölümlerinden oluşmaktadır. Ana nef apsisinin güneyinde ve kuzeyinde mermer kaplı vaftiz odaları (pastaforium hücreleri) bulunmaktadır. Yapının batıdan üç kuzeyden iki adet girişi bulunmaktadır.

20151203_101226 - Kopya

 

Kazısı devam eden bu yapının duvarları bağlayıcı olarak horasan harcının kullanıldığı taş ve tuğla ile inşa edilmiştir. Yapının taban ve duvarlarında ise mermer kaplamalara rastlanmıştır. Bu alanda yapılan kazılarda çok sayıda mermer mimari elemanlar ortaya çıkarılmıştır. Bunlar arasında boya bezemeli mimari elemanlar sayısal fazlalığı ile dikkat çekmektedir. Erken Dönem Bizans mimarisinde yapıların etkisinin arttırılmasının sağlanması için yoğun olarak mermer kullanıldığı bilinmektedir. Ayrıca kilise duvarının etrafında yetişkin ve çocuk mezarları tespit edilmiştir.

20151203_101037

 

20151203_101034

HAMAM KALINTISI

Dragos hamamı ilk defa 1974-1977 yılları arasında yapılan kazı çalışmalarıyla ortaya çıkarılmıştır. 2010 yılında tekrar başlayan kazı çalışmalarıyla hamamın büyük bir kısmı açığa çıkarılmıştır. Hamam yapısından günümüze hamamın alt yapısı olan ısıtma sistemi (hypokaust) ile hamam işlevlerinin yerine getirildiği üst yapıya ait kalıntılara ulaşılmıştır.

Dragos Hamam Planı

Dragos Hamam Planı

Roma hamamlarında olduğu gibi, Bizans hamamlarında da apodyterium (soyunma odası), tepidarium (ılıklık), caldarium (sıcaklık) ve frigidarium (soğukluk) adlı mekanlar bulunur. Hamamların ısıtılması hypokaust adı verilen taban altı ısıtma sistemi ile sağlanır. Sistemde praefurnium adı verilen odun ateşiyle hamamın ısıtılmasını sağlayan genellikle kemerli geçişler ile tabanı taşıyan ve sıcak havanın dolaşımını sağlayan pilae adı verilen küçük ayaklar bulunur.

20151203_101859 - Kopya

 

Dragos hamamı horasan harçlı taş ve tuğladan oluşan bir duvar örgü tekniğinde inşa edilmiştir. Hamamın hypokaust sisteminde od taşından ve tuğladan yapılmış pilaeler vardır. Pilaeler tuğladan yapılmış bir taban üzerinde yer almaktadır. Tabanda yer yer M.Ö. 4-6 yüzyıl arasında üretildikleri bilinen damgalı tuğlalar kullanılmıştır. Tabanda ayrıca olasılıkla buhardan kaynaklanan suyun tahliyesi için yapılmış kanallar mevcuttur.

20151203_102027

 

Caldarium’un doğusunda ve batısında birer sıcak su havuzu bulunmaktadır. Caldarium’un güneyinde,  içinde mermer bir havuzunda bulunduğu tabanı ve duvarları mermer kaplama olan dar diktörtgen bir mekan yer alır. Bu mekanın hemen güneyinde de dörtgen planlı bir başka mekan daha bulunur. Mekanın zemini tuğla ve mermerlerle döşenmiştir. Mekanın doğu sınırında, taban altında pişmiş toprak künklere ve kurşun borulara rastlanmıştır. Kuzey güney doğrultusunda uzanan bu boruların mekanın güney sınırındaki mermerden bir gider tablasına ulaştığı gözlenmektedir.

20151203_102040

Ayrıca mekanın doğusunda mekana girişin sağlandığı bir mermer kapı eşiği ile kuzeydeki mekana geçişi sağlayan yarım daire bir eşik de bulunmaktadır. Hamamın ısı ve ışığı büyük boyutlu pencerelerle sağlandığı ortaya çıkan mermer pencere şebekelerinin sayısal fazlalıklarından anlaşılmaktadır.

Hamam ve çevresinde yapılan kazı çalışmalarında Erken Bizans Dönemi’ne (4-7 y.y.) tarihlenen unguanterium, Sinop amforaları, damgalı tuğlalar, pişmiş topraktan çanak çömlek parçaları, mermer pencere şebekeleri, opus sectileler, Orta Bizans Dönemi’ne (8-12 y.y.) tarihlenen pişmiş topraktan çanak çömlek parçaları, oyun tablası, cam bilezik parçaları, çini mimari kaplama parçaları, bakır sikkeler gibi küçük buluntular ortaya çıkarılmıştır. Duvarlarının nitelik farklarından, yer yer geç dönem duvar ilavelerinin olduğu da gözlenmektedir. Mimari özellikler ve mevcut diğer buluntulara dayanarak Dragos Hamamının Erken Bizans Dönemi’nde inşa edilmiş olduğu ve 13. yüzyıla kadar burada bir Bizans Dönemi yaşantısının devam ettiği söylenebilir.

 

MEZARLAR

Hamam ve kilise yapılarının çevresinde basit toprak gömü tipinde mezarlara rastlanmıştır. Bu mezarlardan ilki hamamın doğu duvarının temeli altında bulunmuştur. Doğu-batı doğrultulu bu mezarın üzeri mermer plakalarla örtülüdür ve gömü sırtüstü yatırılmış olup eller göbek üzerinde birleştirilmiştir. Hamamın güneyinde bebek ve yetişkin mezarı olmak üzere toplam 17 adet Erken Bizans dönemine ait mezar açığa çıkartılmıştır. Kilise çevresindeki mezarlar artık açılmamıştır.

Açılmamış bir mezar örneği

Açılmamış bir mezar örneği

 

20151203_101850 - Kopya

Bebek mezarı

 

Açılmış mezar örneği

Açılmış mezar örneği

Panagia Muhliotissa Kilisesi (Kanlı Kilise)

Fatih İlçesine bağlı Fener semtinde bulunan, Bizans’tan miras kalıp hala kilise işlevini sürdürebilen tek ibadethane olan Panagia Muhliotissa diğer adıyla Kanlı Kilise batısında Firketeci Sokağı, doğuda ve kuzeyinde Teykii Cafer Mektebi sokağı ile çevrilidir.

Nicholas V. Artamonoff 1936 mart

1936-Mart-Nicholas V. Artamonoff

Kilise yüksel duvarlı, küçük bir avlunun kuzey doğusunda yer alır. Avlu duvarı, yapıya kuzeyde batı, güneyde doğu köşelerde bitişir. Avlunun güney batısında Hagia Anna Ayazması bulunur.

Kilisenin eski bir manastırın yerinde bulunduğu ve tarihinin 10. yy’a kadar uzandığı düşünülmektedir. 12. yy’a kadar Maria Akropolitissa’ya ait olan kilisenin bulunduğu manastırın mülkiyeti, bu dönemde VIII. Mihael’in (1259-1282) kızı Maria Paleologina’ya geçmiştir.

Panagia_i_mouchliotissa

Bu kiliseye Kanlı Kilise adı verikmesinin nedeni ise 1453 tarihinde Haliç’in bu bölgesinde savunma hattı bulunan Bizans askerlerinin bu kiliseye sığınıp burada savaşarak hayatlarını kaybetmeleridir.

mamboury haritası

Yapının Moğol Kilisesi olarak adlandırılmasına ilişkin öykü ise Maria Paleologina’nın Moğol hanı Hülagü ile evlenmek için ülkesinden ayrılması ile başlar. Hülagü’nün 1264’te ölümü üzerine oğlu Abaka Han ile evlenmeye hazırlanırken onun da 1282’de öldürülmesi nedeniyke İstanbul’a dönen Maria mülk edindiği manastırın yerine kiliseyi yaptırır. Kilisenin idaresi ise sonraları ailesine intikal etmiştir. Fakat manastırın, Maria’nın evlatlığının kocası İsaakhios Asan ve sonra da bunun kızı Eirene Philanthropina tarafından istismar edilmesi yüzünden 1351’de bir inceleme yapıldığında, Eirene Philanthropina’nın burası üzerinde hak iddia etmesini sağlayan belgenin sahte olduğu ortaya çıkmıştır.

5435353453

Müller-Wiener 1261’de inşa edilen kilisenin, 1266’da büyütülerek, merkezde kubbe ve dört yarım kubbe ile örtülü plan tipinin uygunlandığını, 1281’de de onarıldığını belirtir. R.Janin’e göre kilise, yeniden inşası sırasında, Modestos tarafından resimlerle bezenmiştir. Türklerin gelişinden sonra Ortodoksların elinde kalan bu yapı aradan geçen zamanda çok şey değiştiğinden esas şeklini bulmak zorlaşmıştır. Ancak binanın bir tetrakonkhos olarak yapıldığı anlaşılmaktadır.

25
1351’de Patrikhane’nin denetimine geçen ve diğer bina birimleri ile birlikte Moni Teotoku tis Panagiotissis denen kilise II. Mehmet (Fatih) tarafından mimar Hristodulos’un ailesine hediye edilmiştir. Hristodulos Fatih Camii’nin mimarlığı yaptığı için bu şerefe nail olmuştur. I. Selim ve III. Ahmet dönemlerinde kilisenin Rumların kullanımından alınması için başlatılan girişimler bu ferman nedeniyle sonuçsuz kalmıştır.

kauffer haritası

17. yy.’da kiliseyi camiye çevirme girişimi ise Kantemiroğlu ve Vezir Çorlu’lu Ail Paşa tarafından engellenmiştir. 1633,1640 ve 1729’daki yangınlarda harap olan ve yapılan onarımlar sonucu mimarisi farklılaşan kilise, kitabesine göre 1731’de restore edilmiş günümüze dek ibadet mekanı olarak kalmış tek Bizans yapısıdır.

65446465456
Kilisenin içinde göze çarpan diğer önemli bir detay II. Mehmet’in (Fatih) kilisenin camiye dönüştürülmesini engelleyen ve kilisenin mimar Hristodulos’un annesine hediye edildiğini belirten fermanın kopyalarıdır. Bunlar kilisenin girişi olan narteksin kuzeyindeki küçük kubbenin altındaki duvarda, ikisi orijinal fermanın fotokopisi, diğer ikisi eski Yunanca fotokopisi olmak üzere cam çerçeveler içinde asılı durmaktadır. Fermanların orijinalleri ise Patrikhane yetkililerince bölge despotluğunun özel kasasında saklanmaktadır.

6786786786

Kilise avlusunun güney batısında Hagia Anna Ayazmasıyla kilise personelinin barındığı bina birimleri vardır.

+605651321

1-Mimar Sinan Ünv. Sosyal Bilimler Ens. Sanat Tarihi Anabilim Dalı Batı Sanatı ve Çağdaş Sanat Programı Yüksek Lisans Tezi-Panagia Muhliotissa Kilisesi-Nejdet Habip-2001

a-İstanbul Ansiklopedisi 135-19
b-S.D. Byzantios, Konstantinipolis 577-578
c-Müller-Wiener Bildlexikon 204-205
d-N.Brurnov 1927-1928, Die Panagiakirche auf der Insel Chalki in der Umgebung von Konstantinopel, 509

Aya Polyektus Kalıntıları

Görsel

Kalıntılar Malatyalı  Polyeuktos’a adanmış büyük kiliseye aittir. Yapım yılı VI. yüzyılın ikinci ceyreğidir. Bizans hanedanının en güçlü kadınlarından, sanat koruyucusu Anicia Iuliana’nın eseridir. Saraçhane’de 1960 yılında inşa edilen Belediye Sarayı ve daha sonra yollar ve Haşim İşcan Geçidi için yapılan kazılar sırasında ortaya çıkmıştır. Mimari parçalar üzerine işlenmiş uzun bir şiir Anicia Iuliana’nın başarılarını ve soylu aile bağlarını anlatmaktadır. 6. yüzyıla ait bu çok iddialı mimaride, tavus kuşu motifleri, cam ve taş kakmalı sütunlar, yaldızlı mozaikler ve İran/Sasani etkisindeki bezemeler özellikle dikkat çekmektedir. İnşaat ve dekorasyon için Anadolu’dan, İtalya ve Tunus’tan malzeme getirilmiştir. Görkemli mimarisinin yanında, Polyeuktos Kilisesi aynı zamanda İstanbul’un Bizans çağındaki tören yolları üzerinde, imparatorların taşıdığı mumun değiştirildiği özel bir duraktır.

Görsel
Polyeuktos Kilisesi 1010 depreminde hasar görmüş, 1204’te şehre gelen Haçlılar tarafından yağmalanmıştır. Kutsal emanetler ve mimari parçalar Venedik’e götürülmüştür. Birçok yapı parçası çeşitli yerlere dağılmış, Barselona’ya, Viyana’ya taşınmıştır. İstanbul’dan giden sütunlar ve kaplama mermerleri bugün hala Venedik’te, San Marco Kilisesi’nin cephelerinde görülebilmektedir. Dev boyutlu, kubbeli kiliseden günümüze sadece altyapısına ait duvarlar ve mekanlar kalmıştır. İstanbul’un modernleşme sürecindeki yıkıcı imar etkinlikleri, ilginç bir rastlantıyla İstanbul arkeolojisine, yüzyıllar içinde unutulan çok özel bir yapıyı kazandırmıştır. Yapının kazısını gerçekleştiren Harrison kilisenin parçalarına bir çok yapıda rastlamanın mümkün olduğunu belirterek Ayasofya bahçesinde bulunan 179 numaralı sütununda bu yapıya ait olduğunu söylemiştir.

Osmanlı Dönemi’nde 1475 yılında kilise kalıntıları üstüne Mimar Üstad Ayas Mescidi yapılır. 1489 yılında yine kalıntılar üstüne Karagöz Mescidi ve 15. yüzyıl sonlarına doğru Sadrazam Çandarlı İbrahim Paşa tarafından yaptırılan İbrahim Paşa Hamamı inşa edilir. Kalıntılar büyük ölçüde unutulmul olur. 19. ve 20. yüzyılların içinde söz konusu yapılara eklenen ahşap evlerin oluşturduğu yoğun yerleşim dokusu yapıyı tamamen örtmüştür.

1950’li yıllarda trafiği Bozdoğan (Valens) Kemeri altına alma çalışmalarında yapılan çalışmalar arkeolojik kazılara vesile olur. Bu esnada İbrahim Paşa Hamamı, Karagöz Mescidi kurban edilerek yıkılır. Kazı çalışmalarını “Amerika Bizans Etüdleri Enstitüsü” ve “Arkeoloji Müzesi” ortaklaşa başlatmışlardır. Müze, Amerikan Enstitüsü ile bir anlaşma yaparak, buna göre kazı masrafı olarak Enstitü 10.000 dolar vermiş ve kazılarda biri Doçent olmak üzere 3İngiliz arkeoloğunu görevlendirilmiştir. Arkeoloji Müzesi’nden bazı elemanların da nezaret ettiği kazıda, topraktan çıkan en ufak “taş” veya “keramikler” dahi silinmekte ve monte edilmektedir.
Arkeoloji Müzesi Müdürü Necati Dolunay, yapılan hafriyat ve temeli bulunan kilise hakkında şu bilgiyi vermiştir: “Temeli bulunan kilise 524 yılında yapılmış olan ‘Aya Poliektus Kilisesi’dir. Bizans İmparatorları yurt dışına çıkarken de bayram günlerinde dini ayin içinde bu kiliseyi kullanmışlardır. Yapılan hafriyata göre, kilisenin sadece temeli kalmış bulunmaktadır. Bu arada toprak içinden kilisenin üst kısmına ait kitabeler, keramikler ve sütun başları ile iç tiplemesi ile ilgili muhtelif taş kabartmalar da çıkarılmıştır.

Görsel

Arkeologlar tarafından mevcut olduğu fakat yerinin nerede olduğu bilinmeyen bu kilisenin iç tiplemesine ait eserlerle birlikte temellerinin de aynı yerde bulunuşu, arkeolojik yönden çok önemlidir”.

Görsel

Bu kalıntıların kazılarıyla ilgili R.M Harrison,Hayes isimli arkeologların “Excavation at Saraçhane in İstanbul” adlı araştırma, kazı raporları vardır.
Ayrıca Polyeuktos kazılarında çok miktarda , seramik, taş, sütun başlığı, sütun tamburu ve sütun gövdesi elde edilmiştir. Bunların bir çoğu kalıntıların ortasında istifli (veya yığılmış) olarak durmakta.
Polyeuktos Kilisesi kazılarında çok miktarda cam parça da ortaya çıkmıştır.(Harrison-Nezih Fıratlı,1966,s.59;Hayes 192,s.400-409;Philippe,1990,s.44) Bunlar arasında kandil,kadeh ve pencere camları sayılabilir. Pencere camları yuvarlak veya köşelidir; renkleri kahverengi, yeşil, oliv, sarı ve mavi-yeşilin tonlarıdır. Renksiz denecek kadar açık renkli olanları da vardır. Yuvarlak camlar”crown” (göbekli cam) tekniğiyle üretilmiştir ve ortaları göbeklidir, kenarları ise içe katlanmıştır. Köşeli camlar kesin olarak 7.yüzyıla tarihlenmekle birlikte (Harrison,1986,s.206) göbekli camların bir kısmı Bizans, bir kısmı ise Türk dönemine ait olabilir.
Polyeuktos kilisesinde kadeh, kandil, bilezik, kase, şişe ve tabak parçaları da bulunmuştur. Renkleri yeşil, mavi, mavimsi yeşil, sarı, oliv tonlarındadır, renksiz örnekler de vardır. 5.yüzyıldan 13.yüzyıl başına kadar tarihlenebilirler.(Hayes,1992 s.400-405)
Ayrıca kilisede çok ilginç parçalara da rastlanmıştır. Bunlar duvar kakmaları, altın varaklı duvar plakası ve mineli şişe parçalarıdır.

Görsel

Bu kazılardan sonra uzun bir süre unutulan kalıntılar en son üç öğrencinin duyarlılığı sayesinde tel örgülerle çevrilerek “açık hava tuvaletinden” “kapalı hava müzesi”ne dönüştü. Milli Eğitim Bakanlığı`nın düzenlediği proje yarışmasına katılan öğrencilerin seçtiği yer olan Polyeuktos bir açık hava tuvaletine ve tinercilerin barınma yeriydi. Bu üç lise öğrencisi de bu kilise kalıntılarını temizleyip, turistik bir mekana dönüştürme amacıyla İstanbul Büyükşehir Belediyesi`yle irtibata geçtiler ve olumlu yanıt aldılar. Bunun üzerine afişler, tanıtım yazıları hazırladılar. Büyükşehir ile temizlik, ışıklandırma, güvenlik personeli ve bilgi panosu konusunda ortaklık anlaşması imzalandı. İlk iş olarak Park ve Bahçeler Müdürlüğü kalıntıların çevresini tel örgü ile çevirmişti.

Günümüzde tekrar kaderine terkedilen bu alanda tel örgülerin bazı kısımları kesilerek açıldığı için, eski görüntüsünü aldığı ve çoğu evsizin barınak yeri ve tuvalet ihtiyacını giderdiği bir alan olmaktan kurtulamadığı görülmüştür.

Görsel

Myrelaion Kilisesi (Bodrum Cami)

Günümüze sağlam durumda ulaşan Myrelaion Manastır Kilisesi (Bodrum Camisi), Aksaray ile Laleli semtleri arasındaki bölgededir. 11.yüzyıl ortalarında Tarihçi Ioannes Skylitzes, IX.bölgede Myrelaion Kilisesi ile İmparator I.Romanos Lekapenos’un özel mülkü olan bir sarayın varlığından söz eder. Patria’da Romanos’tan önce de burada bir manastırın bulunduğu, adının, V.Konstantinos tarafından, “pis kokulu” anlamına gelen Psarelaion olarak değiştirildiği söylenir. Sudas burasının önceleri Sofist Kraterios’un Konağı olduğunu, daha sonra bu özel arazinin Romanos (1920) tarafından ele geçirilip, buradaki daha eski bir rotundonun sarnıca dönüştürülerek üzerine saray ve bitişiğine de alt katı büyük bir kripta (mezar şapeli) olan kilise inşa ettirdiğini belirtir.

myrelaion-bodrum-h.kauffer

Myrelaion-H.Kauffer Haritasında

İmparator bu manastırın altında bir de bodrum yaptırarak burasının aile mezarı olarak kullanılmasını istemiştir. Nitekim 922 de ölen karısı Theodora ve 932 de ölen büyük oğlu Kristoforos buraya gömülmüşlerdir. I. Romanos tahttan indirilip Kınalıada’da yaşadığı sürgün’de 948 ‘de ölünce vasiyeti gereği karısı ve kızının yanına buraya gömülür. Daha sonra VII. Konstantin ile evlenen kızı Helena’da 961 de ölünce ailesinin yanına gömülür ve böylece aile mezarlığı tamamlanmış olur.

myrelaion-bodrum-kauffer

Myrelaion-Kauffer Haritası

myrelaion-bodrum-pervititch

Myrelaion-Pervititch

Eşi, oğlu ve aynı dönemde İmparatorluk yapan Kristoforos’un da buraya gömülmesi ile Romanos altı yüzyıllık bir geleneği bozdu. Bu tarihten sonra İmparatorlar şu anki Fatih Camii’nin yerinde bulunan Kutsal Havariler Kilisesi’ne gömülmediler.

24floorplanD

24floorplanE

Keşiş Georgios ve Theophanes, İmparator Romanos’un sarayı bir süre kullandıktan sonra kadınlar manastırına dönüştürmüş olduğundan söz etmektedirler.

Talbot Rice 1930 yılında, İstanbul Arkeoloji Müzesi ile Alman Arkeoloji Enstitüsü Naumann’ın başkanlığında, 1965 ve 1966 yıllarında yaptıkları kazılarla, Bodrum Camisi’nin altındaki kripta ve bitişiğindeki merkezi planlı yapıyı ayrıntılı olarak incelemişlerdir. Bu çalışmalar sırasında merkezi planlı yapının üzerine inşa ettirilmiş olan saraya ait duvar kalıntılarından sarayın planı elde edilebilmiştir. Rotundonun doğu yarısı üzerinde saray yapısı, batı yarısı üzerinde de sarayın önünde açık bir teras şeklinde uzanan avlu yer alıyordu. İki ya da üç katlı saray binasına, ortadaki dikdörtgen planlı 8 x 22 m ölçülerindeki ana binanın zemininde bulunan beş sütun üzerine oturan altı kemerli bir revaktan giriliyordu. Revak bölümünün her iki yanında (kuzey ve güneyinde), kanat biçiminde kare planlı mekânlar vardı.

24floorplanB

Geç Antik döneme ait (4 – 5. yüzyıl) olan fakat yapılış amacı bilinmeyen rotundonun, ilk kullanılış evresinde Roma’daki Pantheon Tapınağı ve Selanik Hagios Georgios Kilisesi’ndeki gibi üzerinin büyük bir kubbe ile örtülmüş olması mümkündür. Kuzey ve güneyde iki anıtsal girişi olan yapının iç duvarlarında karşılıklı gelecek şekilde yarım daire ve dikdörtgen büyük nişler vardır. 10. yüzyılda yeniden kullanılan yapının içine 70 tane sütun yerleştirilmiş, üzeri çapraz ve sarayın altına gelen kısım ise saray yapısının ağırlığını karşılamak üzere kubbeli tonozlarla örtülmüş, duvarlar da Horasan harcı ile kaplanarak sarayın su ihtiyacını karşılamak üzere sarnıç haline getirilmişti. Rotundonun güneyinde bulunan, son yıllarda otopark yapmak amacıyla kaldırılan yarım daire şeklinde sekiz basamağında sarayla bağlantılı olduğu düşünülür.

24floorplanA

Latin istilasında zarar gören kilise, 14. yüzyılda tadilat görmüştür. Aslen Palaiologos hanedanı üyesi Sadrazam Mesih Paşa Kiliseyi 1501 yıllarında camiye çevirmiştir. Cami, yeraltında kalan bölümüne ithafen Bodrum Camii olarak veya kurucusunun adı ile Mesih Paşa Camii olarak da anılmıştır. Yapı 1784 ve 1911 yıllarındaki yangınlarda hasar görmüş ve terk edilmiştir. 1930 yılındaki kazılarda bulunan yapı 1965 ve 1986 yıllarında yapılan restorasyonlarla eski haline getirilmiş ve tekrar ibadete açılmıştır.

bodrum cami

Kilisenin yanında bugün mağaza olarak kullanılan sarnıcın 30 m çapındaki çatısını, çoğu orijinal ve yükseklikleri 2.5 – 2.9 m arasında değişen 75 sütun taşımaktadır.

bodrum cmii1

http://www.gorselsanatlar.org/archive.php?topic=22253.15

http://www.obarsiv.com/pdf/vct_0607_gulgunkoroglu.pdf

http://www.byzantiumistanbul.com/detay.asp?detayid=268