Lykos – Bayrampaşa Deresi (Yenibahçe Deresi)

 

İstanbul 1950 yılından sonra, dere yataklarında başlayan sanayi üretimi, değişen ulaşım modelleri ve çağırdığı göçün etkisinde hızla şekillenirken derelere de çeşitli müdahalelere başlamıştır. Bu süreçler, derelerin doğal yapısını etkilemiş fiziki yapısını değiştirerek zaman içerisinde kaybetmesine neden olmuştur. Örneğin; 1950’li yıllardaki imar hareketleriyle Vatan Caddesinin olduğu yerden geçerek Yenikapı’dan denize dökülen tarihi Lykos (Bayrampaşa)deresi (Levent E. ve diğ, 2009) kapalı sistem kanallar içerisine alınarak günümüzde yaya-araç yolu olarak kullanılmaktadır. Geçmişte; doğal yapısıyla kent ve kentliyle bağı güçlü olan dere ve vadileri, zamanla çevresindeki yapı yoğunluğunun, ezici baskısıyla artan beton yüzey alanları nedeniyle kentle bağını koparmıştır (İBB 2010)

1867 moltke

1867 MOLTKE

İstanbul genelinde kapalı kesit halini almış 27 adet dereden bir tanesidir bir zamanlar Yeni Bahçe ve Bayrampaşa adlarıyla anılan Lykos.

Yunancada Lykos kurt anlamına gelmektedir. Mitolojide Poseidon’un oğlu olan Likus, yarımada içinde bulunan tek derenin adının nereden geldiği hakkında önemli bir bilgi vermektedir. Konstantinopolis sınırları içindeki Lykos Deresi haricinde dünyanın çeşitli noktaların aynı isimle akarsular bulunmaktadır. Örnek verecek olursak; günümüz Türkiye ve Irak’ta bulunan Lykos veya Büyük Zab , Asur Nehri, şimdi Kouris olarak bilinen Kıbrıs’ta Akdeniz’e akan Lykos, Hyllus Nehri’nin bir kolu Lykos (Lydia Nehri) , Carseae yakınında bulunan Lykos (Mysia Nehri) ve Karadeniz Bölgesi’ndeki Yeşilırmak’ın uzun kolu olan Kelkit olarak da bilinen kolun asıl adı Liykos’tur.

1897 goltz paşa

1897 GOLTZ PAŞA HARİTASI

Bizim inceleyeceğimiz Lykos nam-ı diğer Bayrampaşa veya Yenibahçe Deresi. Tarihi yarımada, Konstantinopolis içinden geçen tek dere Lykos. Yazılı kaynaklarda pek bir bilgiye ulaşamadığımız için genelde görseller üzerinden devam edeceğiz. Yazılı kaynaklarda derenin nereden doğduğuna dair ulaştığımız tek bilgi Levent Erel, Kadir Eriş, Sena Akçer, Demet Biltekin ve Namık Çağatay’a ait, Bayrampasa (Lykos) Deresi Havzası ve Ağzındaki Yenikapı (Theodosius) Limanı Kıyı Alanındaki (Marmara Denizi) Değişim Süreçleri adlı makalede belirtilen, Dere sur dışında Maltepe yüksek alanındaki küçük derelerin, sel sularının birleşmesiyle oluşur. ‘Sulukule Kapısı’ndan sur içine girer, küçük kollar alır. Önce doğu-batı yönünde akar, sonra dirsekle güneye yönelerek Yenikapı’dan Marmara Denizi’ne boşalır.”

Bizim haritalardan gördüğümüz ise Lykos Deresi, 1891 Moltke Haritası’nda Lykos’un Rami Kışlası’nın hemen yanından doğduğu görülmektedir.

 

1891 moltke

1891 MOLTKE

 

Aynı şekilde 1867 Moltke Haritası’nda da Lykos aynı yerden doğmaktadır. Derenin Edirnekapı ile Topkapı arasından yaklaşık bir yerlerden sur içine girdiği bilgisi yanında tam olan sonuca Alman Mavileri’nin muhteşem haritalarından ulaştık.

alman mavilerine göre

ALMAN MAVİLERİ SULUKULE

 

uydu 2018

DERENİN SUR İÇİNE GİRDİĞİ NOKTA

lycus deresi

LYKOS’UN SURDAN GİRİŞİNE AİT TEK FOTOĞRAF

 

Koordinat olarak çakıştırdığımızda ise derenin tam olarak şu an İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Spor Kompleksi’nin yanından girdiği ve Vatan Caddesi boyunca ilerlediği sonucuna ulaştık.

Lykos hakkında sadece biz değil Semavi Eyice, İstanbul’un içinde doğru dürüst bir su kaynağı olmadığını, ancak adı Roma devrinde Likus, Bizans çağında Likos, Türk devrinde ise Bayrampaşa deresi denilen bir derenin olduğunu belirtmiştir.

Eyice, bu derenin Trakya istikametinden geldiğini ve Topkapı ile Edirnekapı arasındaki vadiden şehre girdiğini ekleyip, “Vaktiyle buraya yapılmış bir kulenin içinden şehre emin bir şekilde girmesi sağlanmıştır. Nitekim Sulukule adı da buradan gelmiştir” der.

Eyice, şimdiki Vatan Caddesi’nin dere yatağı olduğunu ve suyun Aksaray’dan doksan derece bir dönüş yaparak, bugün kazı yapılan Yenikapı Limanı’ndan denize döküldüğüne dikkat çeker.

1813 haritası

1813 HARİTASI

“Bugün bu dere yoktur. Son 20-30 yıl önce yapılan imar faaliyetleri sırasında bu dere yok edildi. Şimdi bir de Vatan Caddesi’nin altından metro geçiyor. Ama uzun zaman bu dere varlığını sürdürdü. İki yanındaki yüksekliklerden süzülen sular, caddenin kotu yükseltildiği için eski yatağına dönemedi ve iki yanında göletler yaptı. Bu göletler ufak gölcükler halindeydi. Sonra buralara koca koca binalar yapıldı. Şimdi bu derenin adı da, izi de yok. Hatta bu derenin üstünde bir de Osmanlı devrinde yapılmış tek kemerli bir taş köprü vardı. Şimdi görünürlerde o da yok. İstanbul’un esas şekli ile bugünkü şekli arasında bir hayli fark vardır.”

 

Başka bir çizimde derenin Constantin Lips Manastırı (Fenari İsa Cami) önünde artık yeraltına inip Theodosius Limanı’na dökülene kadar yeraltından gittiğini göstermektedir.

Untitled-1

Alman Mavileri’nden takip ettiğimizde dere bu noktada gerçekten yeraltına inip kısa bir süre sonra tekrar yeryüzüne çıkmakta bugün Vatan Caddesi’nin 4 yol kesişim noktasında tekrar yeraltına inmektedir.

alman mavileri2

alman mavileri3

 

2018 alman mavi uyumu olacak

ALMAN MAVİLERE GÖRE DERENİN YERALTINA GEÇTİĞİ YER GÜNÜMÜZDE

 

Dere ile ilgili bahsettiğimiz gibi bildiğimiz 3 isim mevcuttur. Ancak 1453-1481 İstanbul Topografik Haritasında Şaram Paşa Deresi olarak bir isme rastladık ancak nihayete erdiremedik.

1453-1481 topografik haritası

 

Derenin Theodosius Limanı ile bir başka ilişkisi ise şöyledir; Theodosius Limanı, 7. yüzyıl ortalarına doğru Mısır’dan tahıl sevkiyatının sona ermesiyle işlevinin en önemli bölümünü yitirmiş olmasına rağmen, liman olarak kullanılmaya devam edildiği kazılarda ortaya çıkan ve 7-11. yüzyıllar arasına tarihlenen gemi kalıntılarından anlaşılmaktadır. Bu dönemlerde daha çok yakın mesafelerde kullanılan yük gemileri ile balıkçı teknelerinin barındığı bir liman olarak kullanılmıştır. Lykos (Bayrampaşa) Deresi’nin sürekli mil taşıyarak önünü doldurması neticesinde 12. yüzyıldan sonra terk edilmiş ve bu tarihten itibaren çevreden çıkan molozun döküm yeri olmuştur. 16. yüzyılın ortalarında şehri ziyaret eden Petrus Gyllius limanın dolmasıyla ilgili şunları söyler: “Liman doldurulmuş, geniş bostanlara yeşillik ekilmiş, çok az sayıda da arbor (ağaç) dikilmiştir”.

1929 mamboury

1929 MAMBOURY HARİTASI

byzantium-dereee

 

Ressam William Purser'ın XVIII. yüzyılda yapılan

RESSAM WİLLİAM PURSER’IN XVIII. YÜZYILDA YAPTIĞI LYKOS DERESİNİ GÖSTEREN TABLO

1946

1946 UYDU GÖRÜNTÜSÜNDE DERE YOLU NET BİR ŞEKİLDE GÖZÜKMEKTEDİR.

 

 

Dip Not: Görsellerimizde isim yazmayı pek tercih etmezdik ama Birgün Gazetesi ve Onedio siteleri bazı görsellerimizi izinsiz almakta bir sakınca görmemiş, kaynak verme zahmetinde bile bulunmamışlar. Kaç defa yazmamıza rağmen bir cevap alamadık. O yüzden artık böyle bir yol seçmek zorunda kaldık. Tezlerinde ve ödevlerinde kullanmak isteyen öğrenci arkadaşlarımız mail yoluyla ulaşırlarsa baskısız hallerini ulaştırırız.

 

 

 

 

 

 

  • Wikipedia

 

  • Algan, O., Yalçın, M., Özdoğan, M., Yılmaz, Y., Sarı, E., Kırcı-Elmas, E.,. . . Meriç, E. (2011). Yenikapı-İstanbul antik limanındaki holosen kıyı değişimi ve kültürel tarih üzerindeki etkisi. Kuaterner Araştırmaları, 76 (1), 30-45. doi: 10.1016 / j.yqres.2011.04.002

 

  • Bayrampasa (Lykos) Deresi Havzası ve Ağzındaki Yenikapı (Theodosius) Limanı Kıyı Alanındaki (Marmara Denizi) Değişim Süreçleri – Levent Erel, Kadir Eriş, Sena Akçer, Demet Biltekin ve Namık Çağatay – İstanbul Teknik Üniversitesi, Maden Fakültesi, Jeoloji Mühendisliği Bölümü (Doğu Akdeniz Oşinografi ve Limnoloji Araştırmaları Merkezi) 34469 Avcılar, İstanbul (E-posta: akcer@itu.edu.tr)

 

Reklam

Bukoleon (Hormisdas) Sarayı

 

Bukoleon Sarayı, coğrafi konum olara İstanbul’da, tarihi yarımadanın Marmara Denizi kıyısında bugünkü Cankurtaran ile Kumkapı arasındaki Çatladıkapı mevkiinde, Küçük Ayasofya’nın hemen doğusunda bulunan ve bugüne yalnızca kalıntıları ulaşmış olan bir Bizans sahil sarayıdır. Hıristiyanlık öncesi dönemlerden geldiği sanılan ismine bakılırsa, tarihinin çok eskilere gittiği düşünülebilir (Bukoleon Limanı). Fakat saray hakkındaki ilk bilgi orta Bizans dönemine (9. yy’ın ortalarından 13. yy başına kadar) aittir

2014

2014 Uydu Görüntüsü

Doğrudan Marmara deniz surları üzerinde inşa edilmiş olan sarayın, merdivenlerle inilen bir limanı bulunmaktaydı. Bu liman tamamen imparatorların kullanımı için ayrılmıştı. 1956 yılında başlayan sahil yolu inşaatından önce deniz, surların dibine kadar gelmekteydi.

1982

1982 Uydu Görüntüsü

 

1966

1966 Uydu Görüntüsü

Saraya ve hemen yakınındaki limana adını veren Bukoleon sözcüğü, Grekçe “bukolos” (çoban) anlamını taşımakta, muhtemelen pagan dönemden kalmadır. Ortaçağ’a gelindiğinde ise bu adın “bus kai leon”dan (boğa ve aslan) meydana geldiği kabul edilir, daha sonra bazı Batılı yazarlarca “buca Leone” (aslanın ağzı) olarak adlandırılır. Bu bilgilere bakıldığında sarayın tarihinin çok eskilere uzandığı ihtimali olsa da, yapı hakkındaki ilk bilginin orta Bizans döneminden (9. yüzyıl ortaları ile 13. yüzyıl başı arası) geldiği görülür. Bu bilgiye göre Bukoleon Sarayı’nın İmparator II. Teodosios (408-450) tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Sarayı’nın temelinde ilkçağdan kalma mermer bloklar kullanılmıştı.

3_boukoleon

Kesit

Tarihçi Prokopios, 6.yüzyılda da imparator olmadan önce, genç İustinianus’un yine bu çevredeki bir sarayda yaşamış, imparator olduktan sonra da hormisdas evi olarak bilinen bu yapıyı bütünüyle değiştirip, imparatorluğa yaraşan bir görkemle büyük saraya katmış olduğunu yazmıştır.

16_200901031034390_DETAILED

Sahildeki bu sarayın mimari evrelerine baktığımızda ilk olarak 4. yy’ın ilk yarısında, Constantinus döneminde (306-337) İran’dan gelerek Bizans sarayına sığınan Hormisdas tarafından yaptırıldığı, ya da II. Theodosius döneminde (408-450) yapıldığı, 6. yy’da ise İmparator Iustinianus tarafından yenilendiği öne sürülmüşse de, bu dönem izlerini gösteren arkeolojik veri yoktur. 10. yy’da Nikephoros Phokas (963-969) sahil sarayını, Büyük Saray’ın da Hipodrom’daki imparatorluk locasına kadar olan kısmını içine alacak biçimde bir surla çevirmiş ve bu kısım artık İmparatorluk Sarayı olarak kullanılmaya devam ederken, diğer kısımlar terk edilmiş ve zamanla yıkılmıştır [Mango 1997]. Saray 14. yy’dan itibaren tamamen terk edilmiştir [Müller-Wiener 2001:225-228, res. 257-261]. Mimari Özellikler: Bukoleon Sarayı, sahil surları üzerinde, denize doğru çıkıntı yapan İmparatorluk İskelesi, bu iskeleden doğudaki fener kulesine kadar uzanan surun üzerindeki balkonlu cepheden, sur ile demiryolu arasında kalan tonozlu bazı mekanlardan ve bu kompleksi çevreleyen, Hipodrom’daki imparator locasına kadar uzanan bir çevre duvarından oluşmaktadır. Bu sahil sarayını çevreleyen surun günümüze ulaşan kalıntıları, demiryolu inşaatı ile büyük ölçüde yok olmuştur [Mango 1997: res. 5]. Sarayın denize bakan cephesinde 7 büyük kemerli pencere ya da kapı, ön taraftan konsolların taşıdığı bir balkona açılmaktaydı. Cephe, büyük kesme taş duvarın üzerine sonradan yapılmıştır. Bu cephenin arkasında 65 m’yi bulan uzunlukta, üzeri tonozla örtülü bir salon bulunmaktadır. Bu mekanın kuzeyinden demiryolu geçmektedir ve Hipodrom’a doğru uzanan kalıntılar günümüzde görülememektedir. Sarayın batısında, surlardan denize doğru çıkıntı yapan kısmın sarayın iskelesi olduğu bilinmektedir. Bu kısma saraydan büyük bir merdivenle inilmektedir ve kare planlı bu mekanın güney ve doğu taraflarındaki iki büyük kemerli açıklıktan denize ulaşılmaktadır. Bu kemerler daha sonraki dönemlerde küçük bir kapı bırakılacak biçimde örülmüştür. Sarayı iskeleye bağlayan merdivenin altında ise üç nefli bir sarnıç vardır.

Bukoleon sarayi- copy

Buluntular: 1993-1994 yılları arasında yapılan temizlik ve kazı çalışmalarında çok sayıda mimari plastik eser ile seramik, mozaik ve damgalı tuğlalar bulunmuştur. Bu buluntular bir yüksek lisans tezinin konusu olmuştur [Utkan 1996]. Mimari Plastik: Çok sayıda levha parçaları, sütun ve sütun başlıkları, kitabeli parçalar bulunmuştur [Utkan 1996:30-56]. Saraya 25 m mesafede yapılan bir inşaat kazısı sırasında 3×2 m boyutlarında iyi bir işçilik gösteren opus sectile tekniğinde taban mozaiği ve bu mozaiğin ait olduğu mekanın iç süslemesine ait renkli sırlı duvar çinileri ile mimari kaplama levhaları bulunmuştur. Üzerinde melek kabartması bulunan bir mermer levha da bulunmuş ve buluntular 10-11. yy’lara tarihlenmiştir [Asgari 1984:46, res. 17-19]. Çanak çömlek: Sarayın batı pavyonu ile imparator iskelesinde, ikisi seramik çöplüğü olmak üzere toplam beş açmada gerçekleştirilen kazılar sonucunda çok sayıda ve çeşitli formlarda sırlı ve sırsız seramik bulunmuştur. Sırlı seramikler genellikle sgrafitto tekniğinde ve kırmızı hamurlu parçalardır. Kirli sarı ve yeşil renk sır çoğunluktadır. Birçok parçada çeşitli tekniklerde işlenmiş figürler yer almaktadır. Bulunan parçaların büyük kısmı 12-13. yy’lara tarihlendirilmiştir [Utkan 1996:68-121]. Cam: Temizlik ve kazılarda az sayıda cam bulunmuştur. Bunlardan iki tanesi tam parfüm şişesi, diğerleri kırık parçalar halindedir [Utkan 1996:181-183]. Sikke: 9. yy’a ait bir adet bronz sikke bulunmuştur [Utkan 1996:191]. Küçük el sanatları: Kazılarda iki pişmiş toprak figürin, çeşitli kemik heykelcikler, taş ikona parçaları bulunmuştur [Utkan 1996].

tumblr_ngb40kdlQ21tmm2yno1_1280

Sahil Yolu Yapılmadan Önce

Başka bir kaynağa göre sarayın süreci ise şöyle işlemektedir;

  1. yüzyılın Üçüncü çeyreği: Nikophoros 2. Phokas’ın (963-969) inşaatı arkeolojik ve tarihsel açıdan emin bir biçimde saptanabilmekte. 967’de ise Büyük Saray’ın batısında güçlü bir sur ve kulelerin yapımı ile sürdürülür. Bu arada bitişik olan evler yıkılır. Daha sonraki kaynaklarda sık sık adı geçen,Skyla ve üstü kapalı hipodromun yanında yer alan kule, duvar çemberinin en kuzey noktasında (Yaklaşık Nakilbend Sarnıcının orada) inşa edilir. İmparator, surların yanına ambarlar ve alışveriş yerleri yaptırır. Bu surun ve hemen Tramvay Caddesinin yanındaki kapının kalıntıları günümüze kadar gelmiştir. Bugünkü sarayın bazı bölümlerinin bu dönemde yapılıp yapılmadıkları kesin bilinmez. Sarayın denizdeki cephesinin önünde Bukoleon adını taşıyan, imparatorun emri altındaki liman yer almakta.
    13. Yüzyılın Birinci yarısı: Latin işgalinin ve yağmalanmasının ardından, Bukoleon Sarayı; Blakhernai Sarayı’nın yanısıra Magnum Palation (Büyük Saray) ile birlikte Latin İmparatorunun Konutu olur.. Sonra St.Michael adı altında, doğudan papanın emrinde olan ruhban cemaatine sahip saray kilisesine dönüşür.

14.-19. Yüzyılllar: Büyük Saray  Bukoleon Sarayı da Palaiologoslar döneminde terkedilir. 1453 İstanbul Fethinden sonra bölge yerleşim alanına dönüşür. Merkez ise 1554 yılında Kızlar Ağası Mahmud Ağa tarafından inşa edilen ve üç bölümlü bir sarnıcın üzerinde bulunan Ağa Camii olur.
Sarayın deniz cephesinde bulunan heykeller grubu 1532 yılında bir depremde büyük zarara uğrar..16. yüzyılda ise ortadan kalkar.

47e9a09d46bd0a396705130e132d86ec

Büyük Saray’ın bir parçası olan bu sahil sarayından ilk olarak İmparator Konstantinos Porphyrogennetos’un 10. yy’da yazdığı ve saraydaki törenleri anlatan “De Ceremonies” adlı kitabında bahsetmektedir (Porphyregennete 1935-1936). 1912 yılında çıkan büyük yangın bölgedeki yapıları yok ettiğinden, bu kalıntılar da ortaya çıkmış ve 1913 yılında T. Wiegand tarafından Büyük Saray’da araştırma ve kazılar başlatılmıştır. Aralıklarla 1918 yılına kadar süren kazı ve çalışmalar bir kitap olarak yayınlanmıştır (Mamboury-Wiegand 1934). Bölgede ikinci defa 1951 yılında St. Andrews Üniversitesi kazılara başlamış ve 1953’te S. Corbett Bukoleon’daki çalışmaları yürütmüştür (Corbett 1958). 1983 yılındaki bir temel kazısı sırasında ortaya çıkan opus sectile taban mozaiği ve renkli duvar çinileri N. Asgari tarafından araştırılmıştır (Asgari 1984:45-46, res. 12-16). 1993-1994 yılları arasında, İstanbul surlarının genel onarımı kapsamında, Bukoleon Sarayı ve İmparator İskelesi’nde de temizlik ve kazı çalışmaları yapılmıştır.

800px-Millingen_Bucoleon_lion

Arkeoloji Müzesinde Bulunan Saray Girişindeki Aslan

Tahribat: Demiryolu, yapılaşma ve kısmen sahil yolu çalışmaları nedeniyle sarayın büyük bölümü tahrip edilmiştir. Güney cephede üç adet mermer lento ve söveli açıklık ile iki adet kemerli açıklık vardır. Açıklıklardan biri yarıya kadar örülmüş, diğer iki açıklık yıkılmıştır. Balkonlu olan bu kısmında yoğun bitki örtüsü tahribatı görülmektedir ve üzeri yoğun olarak sarmaşıklarla örtülmüştür. Kuzey tarafı demiryoluna bakmaktadır ve buna bağlı olarak yoğun tahribat görülmektedir. Demiryolunun beton duvarları yapının duvarlarına dayandırılmıştır. İskele kısmına inen basamaklı rampanın altımda kalan sarnıcın içi ve çevresi çok yoğun bitki örtüsü ve çöplerle doludur. Balkonlu kısımdan sarnıca doğru ilerleyen duvarın bir kısmına beton dökülmüştür (TAYEx 08.09.2008).

4e0679c3383e7bbe32772cdafb1a5aae

Sahil Yolu Yapılmadan Detay

Bir başka kaynakta ise sarayın geçirdiği tahribatı farklı şekilde aktarmakta.

Eski Saray alanında yapılan yeni binalar ve büyük yangınlar (1489, 1741?, 1758, 1808.,1912) sarayın tüm kalıntıları da tümüyle yok eder. Deniz Surlarının yanında kalanlar pek çok kere betimlenerek resmedilmiştir.(Petrus Gylllius; 1794 civarı Choiseul-Gouffier)

1870 yılından itibaren demiryolu yapımı başka zararlara yol açar ve burada aslan figürleri ile bezenmiş deniz cepheside yok olur.

c47893cced60ebe7f2a5ee96132dd516

Saray Detayından Bir Monogram

  1. Yüzyılda Bukoleon Sarayı

 

1912 yılındaki büyük yangının verdiği zararların ardından, hemen aynı yıl R.Mesguich ve sonraki yıllarda T.Wiegand ve K. Wulzinger tarafından güçlendirme ve aynı zamanda kazı çalışmaları başlar. Saray bölgesi yürürlükte olan yasağa rağmen yeniden yerleşim bölgesi olur. Ancak son yıllarda sahil yolunun 1956 yılından itibaren inşasından sonra kalıntılar içine yapılmış kulübeler yıkılır ama sistematik bir onarım hala yapılmamıştır. Bugünkü tam bir mezbelelik. İki sene kadar önce vahşi kapitalızmin uyuşmuş lümpenliğinin çaresiz mağdurları tinerciler yatakları, yorganları sermişler, bali çekiyorlar , yanımdaki arkadaşımla bana saldıracakmış gibi bakıyorlardı.. Biraz dolaşıp hızlı adımlarla oradan uzaklaşmak zorunda kalmıştık. Yanılmayı çok isterim ama 2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti olan İstanbul’da ihmal edilen, hoyrat davranılan yapıların başında gelmekte. Rant kentinin kültür başkentine dönüşmesi dileğimiz.

1b2f76a3403aa1637d4cce431c0e52a8

Radi Dikici Theodora adlı kitabının 150 ve 151. Sayfalarında imparator Jüstinyen’in Theodora’ya nerede rastladığını anlattıktan sonra ertesi gün Makedonia’yı Theodora’ya göndererek çalışma ofisi olan Hormisdas’a gelmesini ister. Buluştuklarında direk evlenme isteğini söyler.

Bugün artık zor ayakta duran bu sarayda yaşananlara sadece bir örnekti bu.

tumblr_nj7aqoV57Z1tmm2yno1_1280

1918

 

16_200901031033521_DETAILED

 

Boukoleon_Palace_fragments_(3)

Arkeoloji Müzesinde Sergilenen Saraydan Kurtarılan Eserler

mamboury

Mamboury Haritasında Sarayın Yeri

 

 

 

KAYNAKLAR:

John Freely  Eyliya Çelebi’nin İstanbulu YKY

vct_0607_gulgunkoroglu.pdf erişimi için tıklayın

Nicholas V. Artamonoff Koleksiyonu

eski.istanbulium.net

vikipedia.org

İstanbul’un Tarihsel Topoğrafyası : Wolfgang Müller Wıener, Çeviren: Ülker Sayın -YKY Yayınları 1. Baskı Ocak 2001, 3. Baskı Mart 2007

Bukeleon Sarayı 2009 Sezonu Temizlik Çalışmaları Vakıf Restorasyon Yıllığı Sayı:4,İstanbul 2012, s.64

Erkmen SENAN – http://erkmensenan.blogspot.com.tr/

Türkiye’de bir ilk: Bizans Araştırmaları Merkezi açıldı, ikincisi yolda

Koç Üniversitesi’nin ardından Boğaziçi Üniversitesi’nde de Bizans Araştırmaları Merkezi kuruluyor

Koç Üniversitesi ve Stavros Niarchos Vakfı iş birliğiyle Rumeli Feneri Kampüsü’nde Geç Antik Çağ ve Bizans Araştırmaları Merkezi (GABAM) kuruldu.

GABAM’ın açılış töreninde katılan Taraf gazetesi yazarı Prof.Murat Belge, “Baktım, Nevra Necipoğlu da oradaydı. Nevra da parlak bir Bizans tarihçisidir. Meğer yarın, öbür gün, Boğaziçi’nde de bir Bizans incelemeleri merkezi resmen ve fiilen açılacakmış” diyerek, Boğaziçi Üniversitesi’nde de bir Bizans Araştırmaları Merkezi’nin kurulacağını söyledi.

Prof. Belge, “Şimdi, evet ve nihayet, iki Bizans merkezinin çalıştığı bir toplum olmanın kapısını açtık. Bunu sağlamakta katkısı olanlara tebrikler ve teşekkürler” dedi.

Prof. Murat Belge’nin Taraf gazetesinin bugünkü (17 Kasım 2015) nüshasında yayımlanan yazısı şöyle:

Koç Üniversitesi’nde bir “Bizans Araştırmaları Merkezi” kurulmuş. Geçen gün açılış törenindeydim. Bir rastlantı sonucu haberim oldu. Kadim arkadaşım Judith Herrin’i bu törendeki konuşmalardan birini yapmak üzere İngiltere’den çağırmışlar. Ben de onun davetlisi olarak gittim.

Baktım, Nevra Necipoğlu da oradaydı. Nevra da parlak bir Bizans tarihçisidir. Meğer yarın, öbür gün, Boğaziçi’nde de bir Bizans incelemeleri merkezi resmen ve fiilen açılacakmış.

Çok tuhaf toplum Türkiye. “Tek” tuhaf herhalde değil, “en” tuhaf olacağını da sanmıyorum. “Tuhaf”lık deyince, herkesin var bir ya da birçok marifeti. Ama biz de, bir sıralama yapılabilirse, epey yukarılarda oluruz sanıyorum.

“Araştırma Merkezi” derken, tuhaflık nereden mi çıktı? 2015 yılındayız. Bu iki “Bizans merkezi” açılıyor, kuruluyor, her ne oluyorsa, ama bu, ilk kez oluyor.

Bizans neresi? Burası! Adı “kentte” demek olan “eis tin polis”ten gelen İstanbul. İstanbul’un daha eski adı. Bütün Anadolu, Bizans İmparatorluğu’nun, yani Doğu Roma İmparatorluğu’nun bin yıl yaşadığı yerdi. Tabii Trakya da öyle. Bu eski imparatorluğun zamanında yayıldığı toprakların üstünde bugün çeşitli yeni ülkeler kurulu. Bunların hiçbiri, Türkiye kadar, “eski Bizans toprağı” üstünde kurulu değil.

2015’te, ilk kez, “Bizans Araştırmaları Merkezi” kuruyoruz. Buna da şükür. Aslında hâlâ egemen olan zihniyet buralarda da hükmünü icra etse, Koç Üniversitesi veya Boğaziçi Üniversitesi’nde böyle merkezler bugün bile açılmayabilirdi.

Açılışta konuşan Judith Herrin Bizans’ın bu dünyada tek bir “varis”i olmadığını, mirasının da bir dünya mirası olduğunu söyledi. Evet, bütün eski medeniyetler için söylenmesi gereken bir söz bu. Sümer medeniyetinin varisi Mezopotamya’nın bugünkü halkı ya da Mısır medeniyetinin varisi bugün Mısır’da yaşayan halk mı? İstiyorlarsa, evet, elbette onlar da varisi; ama bütün insanlık da varisi.

Bu, bizim eğitim sistemimizde olan bir şey değil. Onun için de “sokaktaki adam”a sorduğumuza, Bizans’ın “kahpe Bizans” olduğunu söyleyecektir. Ama “sokakta olmayan adam” da bundan çok farklı konuşmayacaktır. Koskoca Köprülü, Osmanlı kurumlarının aslında Bizans’a bir şey borçlu olmadığını kanıtlamak için bin dereden su getirmişti.

Bizans’ın varisi, Yunanistan’dır. 2015 yılına kadar bu ülkede bir “Bizans Araştırmaları Merkezi” olmamasının başlıca nedeni bu inanç. Dil ve din gibi iki çok önemli alanda Bizans’tan Yunanistan’a bir süreklilik olduğu doğrudur. Ama öncelikle devlet kurumlarında, bugünkü Yunanistan’dan çok Türkiye Bizans’ın “devam”ı olmuştur. Şüphesiz, yalnız “devlet” ve “kurum” düzeyinde kalan bir devamlılık değil bu. Örneğin, tavla oynarken de devam ettiriyoruz.

“Osmanlı musikisi” dediğimiz, “Klasik Türk musikisi” dediğimiz, bence çok incelmiş musiki içinde Bizans’ın payını ciddiyetle çalışan kaç kişi çıktı? Yani, 19. yüzyıl ve sonrasının milliyetçi ideoloji çağında Bizans’ı sadece unutmak değil, unutturmak, bir “ulusal görev” olarak karşımıza çıktı. Bu, “öz”ümüzü “yabancı” etkilerden arındırmak için gerekli göründü. Ama aynı zamanda, belki “93 Harbi” sonrasında başgösteren, “Hıristiyan medeniyetini yıkan barbar Türk” imgesinin yarattığı korkuyla da, Bizans’ı silme politikası izlendi.

Şimdi, evet ve nihayet, iki Bizans merkezinin çalıştığı bir toplum olmanın kapısını açtık. Bunu sağlamakta katkısı olanlara tebrikler ve teşekkürler. Daha önce de kaç kere yazmıştım, gene tekrar edeyim: örneğin Hipodrom’un güney ucunu meydana getiren Sphendon’u araştırmaya uzun boylu gerek yok. Orada duruyor. Kapalı! Roma’da Colosseum’un kapalı tutulması anlamına gelecek bir durum! Gene fazla araştırmaya gerek yok: Cağaloğlu, Acımusluk Sokağı’na giderseniz Bizans’tan kalma çok ilginç bir yapının bir harabe halinde durduğunu görürsünüz.

Yalnız ikisini söyleyip bırakayım. Aslında liste bayağı kabarık. Ama bu konu benim içinde devamlı bir burkuntu duyduğum bir konudur; onun için, herhalde başlamışken birkaç “Bizans” yazısı daha yazarım.

kaynak:t24.com.tr

 

Magnaura Sarayı (Satılık Bizans Sarayı)

 

Magnum Palatium’un kazısı 1997 yılından beri İstanbul Arkeoloji Müzeleri tarafından yürütülmekte. Müzenin yürüttüğü diğer kazılar gibi bu da bir kurtarma kazısı. Four Seasons Oteli’ne tahsis edilen eski Sultanahmet Cezaevi’nin 17 dönümlük bahçesi, tarihi yarımadanın tümü gibi arkeolojik sit alanı.(1)

saray 2013

                Sarayın mazisine gelecek olursak, Magnaura; Büyük Saray Kompleksinin bir parçası, dünyanın ilk üniversitesi olan Konstantinopolis Üniversitesi öğrencilerinin geçtiği bir bölüm.

 

Konstantinapolis’de ilk kes 425 yılında Bizans İmparatoru 2. Teodosius tarafından MagNaura Saray binası çatısı altında çeşitli bilim dallarını birleştirerek düzenlenmesiyle ortaya çıkan, laik yüksek öğretim kurumu, üniversiteler tarihine ait listelere bakılırsa, Avrupa’nın ilk üniversitesi Pandidakterion tes Magnauras olarak tarihlendirilmekte. (2)

 

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Konstantinopolis Magnaura Üniversitesi imparator 3. Michale (842-867) zamanında naibi Bardas tarafından yeniden yapılandırıldı. Dersler 15’i Latince, 16’sı Yunanca olmak üzere 31 kürsüden oluşuyordu. okulda Eflatunculuk ve Aristotelizm felsefe geleneği hep canlı tutuldu. (2)

 

Okul zamanında çok sayıda görkemli yönetim ve tören binaları, kilise, bahçe, park, hamam, stadyum arasında bulunurdu. Magnaura kurumunun bu özel konumu imparatorların bilgi ve bilime karşı saygılarından mı, yoksa her şeyi sıkı denetimi altında tutma arzularından mı kaynaklanır bilinmez. Buraya atanan seçkin hocaların çok yüksek aylık almalarının yanı sıra, kendine ait çalışma odaları ve giydikleri özel üniformaları olup, doktor ve avukatlar gibi örgütlenme hakları vardır. Tüm ülkenin en üstün hocalarının görev aldığı Magnaura Yüksek Okulu çok sayıda öğrenci için çekici bir yerdir. Sıkça diğer okullardan (Beyrut, Atina, İskenderiye) hocalar misafir olarak burada ders verirler. Bu okulun önemi 6. yüzyılın birinci yarısından, özellikle Atina’dakinin kapatılmasının ardından Bizans İmparatorluğunun Balkan topraklarındaki tek yüksek okulu olarak kalmasından sonra artar. Ancak egemen olan dinsel dünya görüşünün etki ve baskısı altında 7. yüzyıldan itibaren özelliğini yitirir ve dünyevi bilgiler veren bir okuldan, eğitimci çekirdeğini ruhanilerin oluşturduğu bir din merkezine dönüşerek, sadece programını değil, adını da Evrensel Okul şeklinde değiştirir. İmparator Iraklius (610–641) yönetiminde gerçekleştirilen bu reformlar öğrencilerin tüm dikkatlerini din ve kilise sorunları üzerine yoğunlaştırır.

 

magnaura plan

                Evrensel Okul yaklaşık yüzyıl boyunca etkinliğini bu yeni içerik ve yapısıyla III. Leon’un ikona kırıcılık politikasının başlangıcına kadar sürdürür. Doğal olarak kurumdaki bazı hocalar izlenen yeni eğitim politikasına karşı çıkar ve bunu kabullenemeyen imparator okulun kapatılmasını emreder. İkona kırıcılarla ikona taparlar arasında neredeyse bir buçuk yüzyıl boyunca süren savaşlar Bizans kültürünün bütünsel gelişmesi üzerinde, daha somut olarak eğitim, bilim ve sanat alanlarında derin izler bırakır. Giderek dünyevi bilgilere ve kilisenin bazı bağnaz temsilcileri tarafından reddedilen antik çağ bırakıtına duyulan ilgi büyümeye başlar. Bu yeni esintiler 9. yüzyılın 30’lu yıllarına doğru daha net ve açık hissedilmeye başlanır. Erken Bizans’ı övme ve yüceltme eğiliminin üstünlük kazanması antikite ve Hıristiyan Ortaçağları arasındaki bağın güçlenmesi anlamına gelir.

 

mamboury

 

Sonuç olarak, 9. yüzyıl ortasına doğru, büyük olasılıkla Teophilos’un (829–842) imparatorluğu döneminde, Magnaura Yüksek Okulu’nun yeniden canlanmaya başladığı görülür. Ancak dinsel ağırlıklı Evrensel Okul olarak değil, başta gramer, retorik, aritmetik, geometri, felsefe, astronomi gibi dünyevi disiplinlerin okutulduğu bir kurum kimliği kazanır. Bu okul en yüksek gelişimine 856 yılından sonra dönemin güçlü caesar’ı, III. Mikhael’in (841–867) dayısı Bardas’ın gösterdiği yakın ilgi sayesinde erişir. O döneme damgasını vuran kişi, okulun rektörlüğünü üstlenerek felsefe, aritmetik, geometri, astronomi, müzik derslerini de veren ve Matematikçi takma adıyla bilinen polihistor (Bizans’ta çok yönlü ansiklopedik bilgilere sahip bilginlere verilen ad) 6.Leon’dur.

 

7

 

Okulda, yukarıda belirtilen derslerin yanı sıra coğrafya, felsefe, teoloji, şiir ve birçok yabancı dillerin eğitimi verilir. Bir başka polihistor da, aynı zamanda patrik ve etkin bir toplumcu olan Photios’dur (820–891). Magnaura Yüksek Okulu’nda eğitim gören Eski Bulgar edebiyatı yazarları başında, Slav-Bulgar alfabesinin yaratıcısı, çağın en parlak aydınları arasında yer alan Konstantin-Kiril (827–869) gelir. Buradaki eğitimine uzak bir akrabası olan logothetes (Bizans’ta maliyenin denetimiyle sorumlu kişi) 7.Theoktistos’un öneri ve yönlendirmesiyle başlar. Theoktistos, okulu yeniden organize eden Leon Matematikçi ve antik çağ felsefesini çok iyi bilen Photios gibi dönemin bilge kişilerini okula hoca olarak kazandıran yöneticidir. Daha önce Selanik’te öğrenci olan Konstantin-Kiril yeni okulunda gramer, Homeros, geometri, astronomi, retorik ve tüm Helen sanatlarını öğrenerek, çok geniş bilgilerle donanır. Bu okulda Konstantin-Kiril’in özellikle felsefe alanında büyük başarılar elde ettiği varsayılır, çünkü daha sonra Filozof olarak adlandırılması rastlantısal değildir. Buradaki hocaları arasında antik çağlara olan ilgileriyle dikkat çeken iki tanesinin adı anılmadan geçilemez. Bunlardan biri; bilgin, filozof, şair, antik sanat ve felsefesini yakından tanıyan Leon Matematikçi, diğeri ise devlet adamı, diplomat, daha sonra patrik seçilen Photios’dur. (3)

 

kauffer hrt

 

Böyle bir tarihe sahip olan okulun şimdi ne halde olduğunu öğrenmek için önce biraz tarihi yarımada’nın eski belediye başkanı Tahir Aktaş’ı incelememiz gerekti.

 

Magnaura Sarayı Avrupa Parlementosu’nun gündemine Yunan üye Eleni Koppa vasıtası ile getirildiğinde verdiği yazılı soru önergesinde “Türk yetkililer Bizans Magnaura Sarayı’nı, tarihi önemi karşısında bir arkeolojik site olarak tasarlanmasını sağlayarak korumaları için ne planlıyor?” diye yazıyordu. (4)

 

DSCN3353

 

Gelelim Anap döneminde Eminönü Belediye Başkanlığı yapan Tahir Aktaş’a; Anap’tan yolsuzluk nedeniyle uzaklaştırılan ve o günden sonra pek gündemde olmayan Tahir Aktaş bu soru önergesi ile birlikte tekrar gündeme geldi. Zamanında üstünde çorap fabrikası bulunan yeri 1992 yılında satın alan kişi elbette Tahir Aktaş’tı. Bundan sonrasını Yılmaz Özdil’in köşe yazısından okuyalım isterseniz.

 

İmparator Konstantin’in evinin oraya, Eminönü Belediyesi kuruldu. Sonra bu belediye kapatıldı… Ancak, kapatılmadan önce, belediyenin eski başkanı, Sultanahmet’te bulunan çorap fabrikasını demokratik şekilde satın aldı. Bi kazdı… Çorap fabrikasının altından demokratik olarak Bizans Sarayı çıktı iyi mi… Demokrasinin nimeti yani.

 

3 bin 500 kamyon hafriyat, 13 metre aşağı indiler, 4 katlı ana binayı buldular. Sordular soruşturdular… İmparator Konstantin’in milattan önce 324 senesinde yaptırdığı ve elçileri kabul ettiği devasa Magnaura Sarayı’ydı bu… Sarayın geriye kalanı da, sokağın karşı sırasındaki halıcının altındaydı!

 

E n’aapsınlar?

“Satalım bari” dediler.

 

Gazetelerin emlak ilavelerinde reklamını görebilirsiniz… 12 milyon Euro istiyorlar. (5)

 

DSCN3341

 

Tahir aktaş’ın basın danışmanı Alican Bulut bir müşteri çıkarsa sarayı satabileceklerini söylüyor. Kültür Bakanlığı’ndan ise hala ses yok. Tek korkumuz Sultanahmet’te 1. Derece Koruma Bölgesi içinde yer alan, kentsel ve arkeolojik sit alanı içindeki Bizans Büyük Saray’a ait olduğu düşünülen tarihi yapıyı  makinalarıyla yerle bir edip yıkıp, yerine beş katlı otel diktikleri gibi Magnaura Sarayı’nın başına böyle bir şeyler gelmesi. Yıl 2015 olmaz demeyin. Bu sarayın yıkımı sırasında durumu fark eden uzmanların İstanbul 4 Numaralı Koruma Kurulu ile Fatih Belediyesi’ne yaptığı bilidirim sonuç vermemişti. Koruma Kurulu bir ay sonra inşaatın durdurulması yönünde karar aldı. Bir ay içinde inşaat beş kat yükseldi, çatı aşamasına geldi.
Sultanahmet Mahallesi 98 ada 1,2,22 ve 33 parselde yer alan inşaat, arkeologlara göre Bizans Büyük Saray’ın üstüne yapıldı.

 

DSCN3349

 

Bir tarih katliamı ise Küllük Kıraathanesi’nde yaşanır. 6 Temmuz 1986 tarihli Milliyet gazetesi haberine göre Tahir Aktaş işlettiği küllük kıraathanesini yıkarak etrafını tahta perdelerle kapattırmış ve ruhsat tabelası almadan inşaata başlamıştır. Buradan çıkan tarihi eserleri ise Kumkapı’dan denize döktürüp üstüne moloz yığdığını ise Ali Akşahin dönemin SHP’li Eminönü İlçe yöneticilerine anlatmıştı.

 

6.7.86

 

 

Bir gün sonra ise tarihi kıraathaneyi yeğeni Veli Aktaş’a devrettiği gazeteye ihbar ediliyordu.

7.7.86

 

1986 yılında Tahir Aktaş Milliyet gazetesinin bir haberinde daha manşet oluyor bugün bile aklımızın almadığı tarih katliamının mimarlarından oluyordu. Eski Eminönü Beledi binasının yanında bulunan yapı ve müştemilatı hakkında bina için tamirat yaptıracağım diyerek Anıtlar Kurulu’na başvurmuş ve kurul daha karar vermeden şeker bayramında tarihi binanın bir bölümünü ve müştemilatını yıktırmıştı. Buradan çıkan tarihi eserler ise dozerler ile sürüklenerek götürülmüş, çıkan tarihi bir sütun başları ise yine dozerlerle parçalanarak denize atılmıştı.

 

8.7.86 (2)

 

8.7.86 (3)

 

Tarih 1987 yılının 3 Mart’ı gösterdiğinde, Mimarlar Odası ile İnşaat Mühendisleri Odası şube başkanları, Yücel Gürsel ve Ertuğrul Tığlay, Tahir Aktaş’ın 400 yıllık Barbaros Evleri’ni bir gecede yıktırmasını kınayıp, Aktaş’ı “tarih katili” olarak suçladılar. Milliyet Gazetesi ısrarlı haberlerine devam etti. Otoparkı çarşı yapıp 364 milyon lira toplanması, Kumkapı’da kaçak gazino açılması, usulsüz gazino ruhsatları vermek gibi gün gün haberler çıktı.

 

23.1.87

 

10 Nisan 1987 yılında ise Tahir Aktaş ile ilgili bir haraç iddiası ortaya atılır. Eminönü’nde kapatılma tehdidi üzerine 48 çiçekçi esnafından toplanan 13 milyon liranın Malatya Pazarı sahabi Çetin Palancı vasıtasıyla Eminönü Belediye Başkanı Tahir Aktaş’ın hesabına yatırıldığı öne sürülür. Bir çarşı esnafı, “Bize bu parayı Eminönü Belediye Başkanı Tahir Aktaş’ın ileride bir hayır kurumuna yatırmak için istediği söylendi” diye olayı özetlemişti.

 

10.4.87

 

9 Mayıs 1987 yılında ise İçişleri Bakanı Yıldırım Akbulut, Eminönü Belediye Başkanı Tahir Aktaş ile yardımcısı Halil Karagöz ve Konya’nın Beyşehir İlçesi Belediye Başkanı Tuğrul Kutbay, Aydın’ın Kuşadası ilçesi Davutlar kasabası Belediye Başkanı Cemalettin Özelbiçer’in görevlerinden alındığını açıklar.

 

9.5.87

 

Bu kararın üstüne Tahir Aktaş Milliyet Gazetesi’ne verdiği röportajda “daha güçlü geri döneceklerini ve mücadelenin yeni başladığını” beyan eder.

 

9.5.87-2

 

1987 yılının 5 Temmuz tarihinde ise ANAP Eminönü İlçe Kongresine adamlarıyla birlikte gelen Tahir Aktaş delegeler tarafından yuhalanır. Tahir Aktaş’ın dışarı çıkmasıyla delegeler sakinleşir.

 

5.7.87

 

Açılan davalar neticesinde Sultanhamam’daki Silahtar Han’ı, 4 Numaralı Bölge İdare Mahkemesi’nin yürütmenin durdurulması kararına uymayarak yıktığı gerekçesiyle hapis istemiyle dava açılır.

 

18.7.87

 

18 Temmuz 1987 tarihli gazete haberinde ise savcı Tahir Aktaş’ı 150 milyon lira rüşvet almak suçundan suçlu bulur ve yardımcısıyla beraber ömür boyu meslekten men, 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası ister.

 

9.5.87-1

 

Magnaura Sarayı’nın şimdilik son sahibinin Belediye Başkanlığı zamanının kısa bir özetiyle bu Bizans Sarayı yazısına son verelim. Yeri geldikçe yarımada içinde tarih katliamlarına dair çalışmaya devam edeceğiz.

 

DSCN3350

 

 

IMG_4799

IMG_4794

IMG_4796

DSCN3345

 

 

KAYNAKLAR:

1-Atlas Dergisi – YAZI: GÖKHAN TAN / Atlas Şubat 2008, sayı 17

2-Reza Peyan Gökçen

3-ESKİ BULGAR EDEBİYATI VE BİZANS BAŞKENTİ KONSTANTİNOPOLİS’İN EĞİTİM VE DİNSEL KURUMLARI Hüseyin Mevsim – Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi

4-http://emlakkulisi.com/magnaura-sarayi-avrupa-parlamentosu-gundeminde/32689

5- http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=13568980&yazarid=249&tarih=2010-01-24 (Yılmaz ÖZDİL)

6-http://www.apostoliki-diakonia.gr/byzantine_music/ymnografoi/ymnografoi.asp?main=melodoi_sort.asp&page=106

7-http://www.lisa.gerda-henkel-stiftung.de/konstantinopel_kaiserhof_und_stadt_prof._dr._peter_schreiner?nav_id=1204

8-Tay Project

Aya Sofya Önünde Ortaya Çıkan Çeşme Ve Diğer Çukur Çeşmeler

 

Son zamanlarda Aya Sofya’nın önünden gelip geçenler demir parmaklıklar ile çevrili bir alan olduğuna dikkat etmişlerdir. Bu alan 2011 yılının Temmuz ayında kaldırım yenileme sırasında tesadüfen bulunan ve Mimar Sinan tarafından yapılan çukur çeşmeden başkası değildi.

???????????????????????????????

 

Foto-1 Kazı yapılması düşünülen alanın genel görünümü

 

 

4. Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na sunulan rölöve çalışması uygun bulundu. 22 Şubat’ta da “Restitüsyon, yenileme projelerinin ve sanat tarihi raporunun Kurul’a iletilmesine” karar verildi. Tarihi yapıda 7 adet klasik kemerli çeşme bulunuyor. 4.23 metre yüksekliğinde bir tonozla örtülü olan yapının alanı ise 14.39’a 1.94 metre boyutlarında.

???????????????????????????????

 

Foto-2

 

Şimdilik kazı çalışması bekletiliyor. Diğer çukur çeşmeler gibi Sultanahmet Çukur Çeşmesi de Kanuni Sultan Süleyman döneminde inşa edilen ‘Kırk Çeşme’ su tesislerinin bir parçası. Koruma Kurulu ve Arkeoloji Müzesi’nin denetiminde yapılacak kazı çalışmalarında, tarihi yapının yeri henüz tespit edilemeyen sarnıç ve su deposu ile rampa ve merdivenlerin kalıntılarının açığa çıkartılabileceği düşünülüyor.

çşm 2013

 

Resim-1 Çukur Çeşmelerin mostra verdiği alanın uydu görüntüsü

 

Bununla beraber eski hipodrom olan bölgede, hipodromdan arta kalan haçlı yapılarında bulunduğu yine bir çukur çeşme bulunmaktadır. Çeşmede bazen ayna taşı olarak bazen kurna olarak tabir edilen yerlerde bariz olarak gözüken haç şekilleri haricinde detaylı incelemede çeşmelerin niş ve köşelik bölümlerinde yer yer kesme taşlar kullanılmış bazı bölümlerde sıvama yapılmıştır.

???????????????????????????????

 

Foto-3 Çeşmenin genel görünümü

 

Çeşmelerin haziresine giden yer ise bugün sokakta kalanlar tarafından barınma yeri olarak kullanılmaktadır. Çeşmeye inen merdivenler bir zincirle kapalı görüntüsü verilmiştir. Ancak hazirenin kapısında bulunan sac kaplama açık durumdadır.

???????????????????????????????

Foto-4 Kurna bölümlerinde Hipodromdan kullanılan haç kabartmalı parça

 

???????????????????????????????

Foto-5

 

???????????????????????????????

Foto-6

Theodosius Limanı-Portus Theodosiacus

Latince adı Portus Theodosiacus, I. Theodosius tarafından yapılmış olan bir ticari limandır. Suriçinde Bizans dönemi yegane deresi olan Lykos Deresi (Bayrampaşa Deresi) ağzında kurulmuştur. (1)

Mısır’dan gelen gemiler 41 yılına kadar yüklerini bu limana boşaltmaktaydı. 641 yılında Mısır’ın Arapların eline geçmesiyle beraber buraya yük akışı durmuş ve liman önemini kaybetmiştir.

2004 yılında Marmaray projesi kapsamında başlanan kazılarda Marmaray’da devam eden kazılarda 33 gemi, liman, sur, tünel ve kral mezarı bulundu. İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü, Marmaray Kazı Başkanı İsmail Karamut, ortaya çıkan İstanbul’un yeni tarihini “İstanbul Kültür Turizm 2008 Değerlendirmesi” adlı kitapta anlattı.

Karamut, Marmaray projesi olmasaydı Yenikapı, Sirkeci ve Üsküdar’da ortaya çıkartılan taşınmaz kültür varlıkları, özellikle Bizans dönemi Theodosius Limanı ile bu limanda çamurun yuttuğu ve bu sayede günümüze sağlam ulaşmış batık gemiler hakkında bilgi sahibi olunamayacağını vurguladı.

Marmaray Kazı Başkanı, şunları ifade etti:
“Roma İmparatoru Büyük Konstantin’in kurduğu yeni Başkent Konstantinapolis’in gelişip büyümesinde, gemilerle yapılan ticaret dolayısıyla limanlara büyük iş düşüyordu. Bu gereksinimi gören 1. Theodosius (379-395), kendi adıyla anılan bu limanı yaptırmıştır. Kentin artan tahıl ve diğer gereksinimlerini karşılamak amacıyla kurulan liman, 7. yüzyıla kadar aktif konumunu sürdürmüş, daha sonra önemini yitirerek limana akan Bayrampaşa (Lykds) Deresi’nin taşıdığı mil, artık ve molozlarla dolmaya başlamıştır. Liman, ufak gemi ve balıkçı teknelerinin uğrak yeri olarak 11. yüzyıl sonlarına kadar bir  süre daha kullanılmış, olasılıkla 13. yüzyılda tamamen dolarak üstü kapanmıştır.”

İsmail Karamut, Yenikapı’da toplam 32 bin metrekarelik bir alanda kazı yaptıklarını ve ilk olarak geç Osmanlı dönemine ait seramik parçaları içeren tabakalar bulduklarını ifade ederek, “Mimari buluntular, kuru duvar tekniğinde yapılmıştı. Buluntuların özelliklerine dayanarak, bu alanın 19. yüzyıl sonlarında ilaç yapımında kullanıldığı ve eczacılıkla ilgili işlikler olabileceği sonucuna vardık. Buluntular arasında, içi civa dolu bir cam şişeyle üzerinde lağman betimi bir şişe kapağı vardı. Koruma Bölge Kurulu, bu alanın yerinde korunmasına karar verdi” bilgisini verdi.

Alanın doğu bölümünde -1,10 metre kodunda ortaya çıkan çok miktarda işlenmiş ahşap buluntu ve kalın halat parçalarının çalışmaların genişletilmesine neden olduğunu vurgulayan Karamut, şöyle devam etti:
“Çalışmanın sonunda Theodosius Limanı’nda 11. yüzyıl amforalarıyla yüklü bir tekne bulundu. Teknenin yüküyle birlikte battığı, sonra limanın dolması sonucu toprak altında kaldığı anlaşıldı. Karşımıza çıkan buluntular, yapılan kazının ne denli önemli olduğunu, İstanbul arkeolojisi ve özellikle Bizans tarihi için çok önemli sonuçlar elde edeceğimizin habercisi oldu. Gerçek uzunluğu 10-12 metre arasında, güvertesiz ve tek direkli olan teknenin, olasılıkla Marmara Bölgesi’nde inşa edildiği belirlendi. Teknenin, fırtına ya da benzer sebeplerle batmış olduğu düşünülmektedir.”

İsmail Karamut, kazılarda şimdiye kadar 33 tane farklı büyüklükte ticari gemi, ufak balıkçı tekneleri ve uzun kürekli gemiler bulunduğunu bildirdi. Teknelerin, yaklaşık 5 yıl sürecek özel konservasyondan sonra yeniden kurulabileceğini ve sergilemeye hazır hale geleceğini dile getiren Karamut, batıkların proje alanında sergilenmesi için Marmaray ve metro istasyonları için tasarlanan müze projesi çalışmalarına başlandığını hatırlattı.

Bizans’ı Bizans yapan gücün, deniz filosu olduğuna işaret eden Karamut, uzmanların incelemeleri sonucunda, Bizans filosu gemileriyle Orta Çağ’da gemi yapımı teknikleri konusunda eşsiz bilgiler elde edileceğini belirtti.

“Diğer önemli kalıntı ise İ.S 4. yüzyıla tarihlendirilen ‘potern/tünel’ olması muhtemel kalıntıdır. Yaklaşık 11 metrelik bölümünü görebildiğimiz bu tonozlu tuğla yapının içinde bol miktarda kandil bulunmuştur. Bölgede planı anlaşılabilen diğer mimari kalıntıların işlikler olduğu düşünülmektedir. 100 Ada’da mendirek ve rıhtım taşlarına ait kalıntılar vardır. Rıhtım taşlarının  hemen önünde, 43 metre boyunca birbirine paralel olarak iki sıra halinde uzanan ahşap kazıklar, olasılıkla rıhtımın uzantısı olarak kullanılan bir iskeleye aittir. Bütün bunları bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, 100 Ada’nın, limanın kara bölümünde kaldığı anlaşılmaktadır. Yapılış tekniğinden ötürü 11. yüzyıla tarihlediğimiz hipoje (kral mezarı) kalıntısıyla yapımında Bizans damgalı tuğlalar kullanılmış olan 2. Theodosius dönemi sur kalıntıları, kıyıda bulunduğumuzu gösteren diğer önemli kanıtlardır.” (2)

316604_10150290162638558_5427655_n

Foto:Bizansconstantin

Yedi yıllık tarihi kazının kimlik kartı

Yenikapı Marmaray – Metro arkeoloji kazıları 2004 yılında başladı.

Yedi yıldır süren kazılarda kazı envanterine alınmış eser sayısı yaklaşık 40 bin. Etüde alınmış eser sayısı yaklaşık 150 bin.

Bugüne kadar kazılardan yaklaşık 1 milyon kasa çanak-çömlek çıktı. Bunların çok büyük bir bölümü tasnif edildi.

Kazıda 5. ve 11. yy’ler arasında muhtelif zamanlarda batmış 35 adet batık tespit edildi. bunlardan 30 adedi yelkenli yük gemileriyken 5 tanesi kürekle çekilen ince uzun kadırgalar. Karada bulunmuş batık açısından dünya üzerinde Yenikapı kazıları en çok batık çıkan kazı olma özelliği taşıyor.

Kazı alanında halen 45 arkeolog, mimar, sanat tarihçisiyle 265 işçi harıl harıl çalışıyor.

Dünyada yedi yıl aralıksız süren başka bir bilimsel kazı yok. Bilimsel kazılar yılda en fazla iki ay kazı alanında çalışma yapılırken, Yenikapı’da aralıksız sürüyor.

Kazı alanında Geç Osmanlı döneminden başlayarak, erken Osmanlı, Bizans, Roma, klasik ve arkeik dönem arkeoloji katmanlarının her evresinden veriler elde edildi.

‘Arkeopark’ için düğmeye basıldı

Büyükşehir Belediyesi kazı alanında bir arkeopark yapılması için de düğmeye bastı. Açıklamada ‘‘8500 yıl öncesine ait liman ve gemileri gün ışığına çıkaran arkeolojik bulguları sergilemek üzere Yenikapı Transfer Merkezi bünyesinde bir de arkeopark projesini hayata geçiriyoruz. Günde 1.5 milyon insanın seyahat edeceği önemli bir merkez olacak Yenikapı Transfer Merkezi ve Arkeopark Alanı’nı uluslararası mimarların yaptığı bir projeyle uygulamayı planlıyoruz” denildi.(3)

Kaynakça: 1- Bayrampasa (Lykos) Deresi Havzası ve Ağzındaki Yenikapı (Theodosius Limanı) Limanı Kıyı Alanındaki (Marmara Denizi) Değisim Süreçleri

2- Ntvmsnbc

3- Radikal Gazetesi

 

 

1212kazı alanı ve büyük saray

Theodosius Limanı’nın kazı yapıldığı alanların Langa Bostanları olarak kullanıldığını gösteren harita

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Theodosius Limanı kazılarından çıkartılan eserlerden örnekler

kazı alanı

Günümüzde kazı alanını gösteren harita

pervititch-theodosius

Langa Bostanlarının oluştuğu şimdiki kazı alanını gösteren harita (pervititch)