Bizans Şarabı Tekrar Yapılabilir

Bizans Dönemi’ne tarihlenen bulunan ilk üzüm çekirdekleri, Necef Şarabı’nın yapımında kullanılmış. Necef Şarabı tüm Bizans İmparatorluğu’nun en iyi ve en ünlü şaraplarından biriydi. 1.500 yıldan daha eski olan kömürleşmiş üzüm çekirdekleri İsrail-Necef’teki Haluz kazısında bulundu.

Kazı başkanı Profesör Guy Bar-Oz, “Necef’te şu anda üretilen şaraplar hep Avrupa çeşitleri. Gerçek Necef Şarabı ise kaybolmuş durumda. Bizim bundan sonraki işimiz antik şarabı yeniden yaratmaya çalışmak olacak. Belki şarabın tadını ve neden bu kadar iyi bir şarap olduğunu anlayabiliriz” dedi.

 

Necef Şarabı, ya da diğer adıyla Gazze Şarabı, ismini imparatorluğun her yanına bu şarabın gönderildiği limandan alıyor. Yüksek kaliteli ve çok pahalı olan şarap, Bizans Dönemi’ne ait tarihi kaynaklardan biliniyor. Necef’te başka bölgelerde yapılan önceki kazılarda asmaların yetiştirildiği teraslar, şarabın üretildiği şaraphaneler, ve şarabın içlerinde saklandığı ve ihraç edildiği testiler ortaya çıkarılmıştı. Fakat üzümlerin kendisine dair bir kanıt hiç bulunmamıştı. Haluz Milli Parkı’nda, Necef’te Bizans’ın yükseliş ve düşüşünün nedenlerini araştırmak için yapılan Haluz kazısında üzüm çekirdekleri de bulundu.

Necef’teki başka yerlerde olduğu gibi, zamanında Necef’teki en önemli Bizans şehri olan Haluz’da da taş binalar, geçen yüzyıllar boyunca taş hırsızlığına kurban gitmiş durumda. Kazılarda sıklıkla yaşandığı gibi, üzüm çekirdekleri de bir çöp çukurunda bulundu. Profesör Bar-Oz, şehrin çöp çukurlarının neredeyse tamamen korunmuş olduğunu ve bunların antik şehrin sınırlarını işaretlediğini söyledi.

Bu çöp çukurları o kadar bariz ki Google Earth gibi uydu görüntülerinde bile görülebiliyor. Çöp çukurunda bulunan seramikler ve sikkeler çöplerin çoğunlukla MS 6. ve 7. yüzyıllarda biriktiğini gösteriyor. Bu dönemde şehir ekonomik başarısının zirvesindeydi. 7. yüzyılın ortasında Haluz’un bilinmeyen nedenlerden dolayı çöküşünden sonra hem şehir hem de çöp çukurları terk edilmişti.

sar

 

Antik çöp çukurlarında araştırmacılar yüksek oranda saklama, pişirme, servis etme amaçlı kullanılan seramik parçaları buldu. Antik Necef Şarabı’nı saklamak için kullanılan testiler de bunların arasındaydı. Çöplerde ayrıca, Bizans şehri sakinlerinin zenginliğini gösteren büyük miktarda biyolojik kalıntı buldu: bunların arasında hayvan kemikleri, Kızıldeniz balıklarının kemikleri ve Akdeniz’den ithal edilen deniz kabukluları var.

En önemli buluntu ise yüzlerce kömürleşmiş üzüm çekirdeği oldu. Arkeologlar, antik Necef Şarabı’nın nasıl yapıldığıyla ilgili direk bilgiler verecek olan Necef üzümü çekirdeklerine ilk defa rastlandığını söylüyor. Arkeologlar şimdi, biyologlarla el ele vererek üzümlerin DNA dizilimini çıkarabilmeyi ve bu yolla kökenini bulabilmeyi umuyor.

Arkeologlar, Necef’te şu anda yetiştirilen Avrupa kökenli asmaların çok bol su istediğini belirtiyor. “Günümüzde teknoloji sayesinde bu çok zor değil, fakat 1,500 yıl önce bunu sağlamak imkansız gibi görünüyor. Necef’e uygun yerel üzüm çeşitleri yetiştirildiğini düşünmek daha ilginç. Belki de Necef Şarabı uluslararası ününü, asmaların Necef’teki kuru koşullarda yetiştirilme şekline borçluydu.”

Bu keşif hem yerel şarap üreticileri hem de arkeologlar için heyecan verici oldu. Şimdi herkes Necef Şarabı’nın sırrını ortaya çıkarıp, Bizans İmparatorluğu topraklarında neden bu kadar ünlü olduğunu anlamak istiyor.

Bizans şehri Haluz, ya da Yuncanca adıyla Elusa, Nebatiler tarafından kurulmuş, ama Bizans Dönemi’nde 4. ve 7. yüzyıllar arasında doruk noktasına ulaşmıştı. Şehir daha sonra Necef’teki en büyük ve en önemli Bizans şehri olmuştu.

 

arkeofili.com

Reklam

Dragos Kazıları

KARTAL VE ÇEVRESİNİN TARİHÇESİ

İstanbul’un doğu yakasında yer alan Kartal İlçesi kuzeyde Ümraniye, kuzeydoğu’da Beykoz ve Pendik, doğuda Sultanbeyli ve Pendik, batıda Maltepe ilçeleri ile çevrilidir. Güneyinde ise Marmara Denizi yer alır. Kocaeli Yarımadasının bir uzantısı olarak kabul edilen Kartal tarih öncesi dönemlerden itibaren iskan görmüştür.

Tuzla, Pendik, Ümraniye, Dudullu ve İçerenköy’de bu dönemlere ait izler ve yerleşim yerleri tespit edilmiştir. M.Ö. 2 ve 3. binler arasında Marmara Denizindeki su seviyesinin düşmesi ve tuzlanma oranının artması sonucu değişen ekolojik şartlar Marmara kıyılarının tümünde yerleşimin terk edilmesine yol açmıştır.

Marmara kıyılarının tekrar iskan görmesi genel olarak M.Ö. 2. binlerin başlarında Karadeniz ve Balkanlar üzerinden gelen Trak halklarının göç etmesiyle başlar. M.Ö. 1200 yıllarında bölge Trak kökenli bir halk olan Bithynialılar tarafından iskan edilmiştir ve M.Ö. 1. binlerde (Demir Çağında) bir krallık olarak tarih sahnesinde belimiştir.

Bu döneme ait yazılı kaynaklarda da bölge Bithynia Trakyası olarak adlandırılmıştır. Bithynia toprakları M.Ö. 94-74 döneminde veraset yoluyla Roma’ya bağlanmış ve M.Ö. 74’de Roma’nın bir eyaleti haline gelmiştir. Daha sonra Bizans İmparatorluğu sınırları içinde kalan bölgeye Türklerin gelişi 1080 yılının başlarına rastlamaktadır. Ancak, 1329 yılında bugünkü Maltepe’de yapılan ve Bizanslıların yenilgisiyle sonuçlanan Pelekanon Savaşı sonrasında Osmanlılar bölgeye tümüyle hakim olmuştur.

İstanbul’un merkezinde olduğu gibi, Bithynia toprakları içinde kalan Kartal ve çevresinde de Helenistik ve Roma dönemleri ile ilgili bilgilerimiz oldukça sınırlıdır. Fakat, Bithynia’nın Roma Dönemi’nde yoğun bir imar faaliyetlerine sahne olduğu Genç Plinus’un mektuplarından anlaşılmaktadır. Bu dönemlerle ilgili olarak Samandıra’da ve Maltepe-İnceğiz köyünde Helenistik Dönem’den Geç Roma Dönemi’ne kadar süreklilik gösteren tümülüs tipi mezarların olduğu nekropol alanı tespit edilmiştir. Kartal ve çevresinin tarihi ile ilgili bilgilerimiz daha ziyade Bizans Dönemi ile başlar.

Kadıköy’den Pendik istikametine doğru Hieria (bugünkü Fenerbahçe), Rufiniannes (Caddebostan), Poleatikon (Bsotancı), Satyros, Bryas, Kartalimen (ya da Cartalimin bugünkü Kartal), mevkilerinin sıralandığı bilinmektedir. Ayrıca Tuzla (Akritas), Pendik (Pa(e)ntikion), Kartal, Maltepe, Küçükyalı ve Bostancı kıyılarının limanlara sahip olduğu ifade edilmektedir. Ayazmaları ve su kaynaklarıyla ünlü Kartal ve çevresinde Bizans Dnemi’ne ait bir çok manastır ve kilise kalıntısı tespit edilmiştir.

Tuzla’da ki Akritas Burnu yakınlarında 6. yüzyılda varlığı bilinen Hagios Trifon Manastırı, çevredeki küçük adalarda da Hagios Andreas ve Hagia Glikeria manastırlarından söz edilmektedir. Hagios Teotokos ve Hagios Demetrios manastırları ise yarımadadaki diğer dinsel yapılardı. Yine Tuzla kıyı şeridinde bir kilise kalıntısı ve Tuzla Değirmenaltı mevkiinde bir Bizans kalıntısı da tespit edilmiştir. Pendik’in Çınardere Mahallesinde Orta Bizans Dönemine tarihlenen bir manastır kalıntısı ile Maltepe-Küçükyalı’da da Satyros manastırı (Satry’e (satir) adanmış bir tapınağın üstüne, Konstantinopolis Patriği İgnatos tarafından M.S. 837-877 civarında inşa ettirilmiştir) ya da Bryas sarayı olduğu düşünülen bir kalıntı vardır.

Ayrıca Samandıra’da kaynak suyuyla ünlü Alemdağ yakınlarında I. Tiberius Konstantinos (578-582) ve Mavrikos (582-602) dönemlerinde inşa edilen bir Bizans (Damatrias) sarayının olduğu belirlenmiştir. Sultanbeyli’de Aydos Dağı üzerinde Orta ve Genç Bizans dönemlerine ait kale yerleşimi tespit edilmiştir.

 

DRAGOS KAZILARI

İstanbul V Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 16.07.2010 tarih ve 2689 numaralı kararı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün 05.02.2010 tarih ve 25462 sayılı kazı sondaj ruhsatnamesi ile Kartal İlçesi, Orhantepe Mahallesi, Dragos Mevkii, 188 pafta, 2222 ada, eski 162 yeni 207 parsel’de kazı çalışmalarına İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü başkanlığında 20.12.2010 tarihinde başlanmıştır.

Dragos Bizans kalıntılarının bulunduğu 207 parsel, V Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 29.12.2011 tarih ve 252 sayılı kararı ile 1. derece arkeolojik sit olarak ilan edilmiştir. 2010 yılında başlatılan kazı çalışmalarında parselin ortasına yakın alanda, kuzeyde, güneyde ve batıda olmak üzere üç ayrı bölgede çalışma yapılmış, alanın kuzeyinde hamam kalıntıları, güneyinde olasılıkla dini bir yapı kalıntısı ve batısında ise işlevi henüz bilinmeyen oldukça sağlam ve iyi işçilikli bir yapı olmak üzere üç ayrı mekan ortaya çıkartılmıştır.

Bizans Dönemi’nde Constantinopolis’in bir çok yerinde saray-malikane-hamam, kilise-manastır-hamam ya da malikane-kilise-hamam üçlemesinin bulunduğu ve Anadolu yakasındaki Marmara kıyılarında bir çok köşk, saray ve manastırın varlığı bilinmektedir. Ancak kazıların bu aşamasında, Dragos kazısı kilise, yapı ve hamam kalıntısının adı bilinen bir saray, özel bir malikane ya da manastırla bağdaşlaştırılması mümkün görünmemektedir. Mevcut kalıntıların genel olarak 4-6. yüzyıllar arasında inşa edildiği, çeşitli eklemeler, onarımlar ve düzenlemelerle 13. yüzyıla kadar kullanıldığı yapılan kazı sonuçları ile söylenebilir.

 

DİNİ YAPI-KİLİSE KALINTISI

 

Hamamın güneyinde yine geç Roma erken Bizans dönemine ait M.S. 4-6 yüzyılda inşa edilen kilise tespit edilmiştir. 2010 yılında başlayan ve kazıları hala devam eden kilisenin açığa çıkarılan mevcut ölçüleri 40 m. x 20 m. (695 m²)’dir. Plan özelliklerine bakıldığında üç nefli, üç apsisli bazilika planlı bir kilise olduğu görülmüştür.

Dragos Kazıları Kilise Planı

Dragos Kazıları Kilise Planı

Çift narteksli (giriş mekanları) kilise, naos (ana mekan) ve kutsal bema (apsisin ve ilahi söyleyen koronun olduğu yer, ibadet yeri) bölümlerinden oluşmaktadır. Ana nef apsisinin güneyinde ve kuzeyinde mermer kaplı vaftiz odaları (pastaforium hücreleri) bulunmaktadır. Yapının batıdan üç kuzeyden iki adet girişi bulunmaktadır.

20151203_101226 - Kopya

 

Kazısı devam eden bu yapının duvarları bağlayıcı olarak horasan harcının kullanıldığı taş ve tuğla ile inşa edilmiştir. Yapının taban ve duvarlarında ise mermer kaplamalara rastlanmıştır. Bu alanda yapılan kazılarda çok sayıda mermer mimari elemanlar ortaya çıkarılmıştır. Bunlar arasında boya bezemeli mimari elemanlar sayısal fazlalığı ile dikkat çekmektedir. Erken Dönem Bizans mimarisinde yapıların etkisinin arttırılmasının sağlanması için yoğun olarak mermer kullanıldığı bilinmektedir. Ayrıca kilise duvarının etrafında yetişkin ve çocuk mezarları tespit edilmiştir.

20151203_101037

 

20151203_101034

HAMAM KALINTISI

Dragos hamamı ilk defa 1974-1977 yılları arasında yapılan kazı çalışmalarıyla ortaya çıkarılmıştır. 2010 yılında tekrar başlayan kazı çalışmalarıyla hamamın büyük bir kısmı açığa çıkarılmıştır. Hamam yapısından günümüze hamamın alt yapısı olan ısıtma sistemi (hypokaust) ile hamam işlevlerinin yerine getirildiği üst yapıya ait kalıntılara ulaşılmıştır.

Dragos Hamam Planı

Dragos Hamam Planı

Roma hamamlarında olduğu gibi, Bizans hamamlarında da apodyterium (soyunma odası), tepidarium (ılıklık), caldarium (sıcaklık) ve frigidarium (soğukluk) adlı mekanlar bulunur. Hamamların ısıtılması hypokaust adı verilen taban altı ısıtma sistemi ile sağlanır. Sistemde praefurnium adı verilen odun ateşiyle hamamın ısıtılmasını sağlayan genellikle kemerli geçişler ile tabanı taşıyan ve sıcak havanın dolaşımını sağlayan pilae adı verilen küçük ayaklar bulunur.

20151203_101859 - Kopya

 

Dragos hamamı horasan harçlı taş ve tuğladan oluşan bir duvar örgü tekniğinde inşa edilmiştir. Hamamın hypokaust sisteminde od taşından ve tuğladan yapılmış pilaeler vardır. Pilaeler tuğladan yapılmış bir taban üzerinde yer almaktadır. Tabanda yer yer M.Ö. 4-6 yüzyıl arasında üretildikleri bilinen damgalı tuğlalar kullanılmıştır. Tabanda ayrıca olasılıkla buhardan kaynaklanan suyun tahliyesi için yapılmış kanallar mevcuttur.

20151203_102027

 

Caldarium’un doğusunda ve batısında birer sıcak su havuzu bulunmaktadır. Caldarium’un güneyinde,  içinde mermer bir havuzunda bulunduğu tabanı ve duvarları mermer kaplama olan dar diktörtgen bir mekan yer alır. Bu mekanın hemen güneyinde de dörtgen planlı bir başka mekan daha bulunur. Mekanın zemini tuğla ve mermerlerle döşenmiştir. Mekanın doğu sınırında, taban altında pişmiş toprak künklere ve kurşun borulara rastlanmıştır. Kuzey güney doğrultusunda uzanan bu boruların mekanın güney sınırındaki mermerden bir gider tablasına ulaştığı gözlenmektedir.

20151203_102040

Ayrıca mekanın doğusunda mekana girişin sağlandığı bir mermer kapı eşiği ile kuzeydeki mekana geçişi sağlayan yarım daire bir eşik de bulunmaktadır. Hamamın ısı ve ışığı büyük boyutlu pencerelerle sağlandığı ortaya çıkan mermer pencere şebekelerinin sayısal fazlalıklarından anlaşılmaktadır.

Hamam ve çevresinde yapılan kazı çalışmalarında Erken Bizans Dönemi’ne (4-7 y.y.) tarihlenen unguanterium, Sinop amforaları, damgalı tuğlalar, pişmiş topraktan çanak çömlek parçaları, mermer pencere şebekeleri, opus sectileler, Orta Bizans Dönemi’ne (8-12 y.y.) tarihlenen pişmiş topraktan çanak çömlek parçaları, oyun tablası, cam bilezik parçaları, çini mimari kaplama parçaları, bakır sikkeler gibi küçük buluntular ortaya çıkarılmıştır. Duvarlarının nitelik farklarından, yer yer geç dönem duvar ilavelerinin olduğu da gözlenmektedir. Mimari özellikler ve mevcut diğer buluntulara dayanarak Dragos Hamamının Erken Bizans Dönemi’nde inşa edilmiş olduğu ve 13. yüzyıla kadar burada bir Bizans Dönemi yaşantısının devam ettiği söylenebilir.

 

MEZARLAR

Hamam ve kilise yapılarının çevresinde basit toprak gömü tipinde mezarlara rastlanmıştır. Bu mezarlardan ilki hamamın doğu duvarının temeli altında bulunmuştur. Doğu-batı doğrultulu bu mezarın üzeri mermer plakalarla örtülüdür ve gömü sırtüstü yatırılmış olup eller göbek üzerinde birleştirilmiştir. Hamamın güneyinde bebek ve yetişkin mezarı olmak üzere toplam 17 adet Erken Bizans dönemine ait mezar açığa çıkartılmıştır. Kilise çevresindeki mezarlar artık açılmamıştır.

Açılmamış bir mezar örneği

Açılmamış bir mezar örneği

 

20151203_101850 - Kopya

Bebek mezarı

 

Açılmış mezar örneği

Açılmış mezar örneği

Hayat Kısa, Sanat Uzun – Bizans’ta Şifa Sanatı

20150424_190258 - Kopya

Bizans Dinsel İmgelemi – Byzantine Religious İmagery

İsa’nın, mucizelerinin ve aziz tasvirlerinin, İncil’deki öyküyü nakletmenin yanı sıra azizleri ve onları onurlandıran kilise takvimini öğretme işlevi de vardı. İlahi lütfu çağrıştıran geleneksel haleye ek olarak, azizlerin kıyafetleri ve simgeleri kişiselleştirilmiştir ve inananların onları tanıyıp yüceltmesine imkan vermek için tutarlı bir biçimde betimlenir. Her azizin giysisi ve nitelikleri gücünün doğasını tanımlıyordu; piskoposlar ve diyakozlar ayinleriyle anıştırıldı, askeri kıyafet giymiş savaşçılar şeytanla savaş içindeydi ve hekimler, ellerinde cerrahi aletleri ve ilaç kaplarıyla, inananların bedenlerini ve ruhlarını iyileştirmek için hazır beklerdi.

Representations of Christ, his miracles and saints had the function of conveying the biblical story as well as teaching about saints and the church calendar commemorating them. In addition to the conventional nimbus evoking divine grace, the main features of saints, their dress, and their attributes were individualized and consistently represented to allow the faithful to recognize and vnerate them. Each saint’s dress and attributes identified the nature of his or her power. The bishops and deacons recall performance of the liturgy, warriors in full military attire do battle with the devil, and physicians their surgery instruments and medicine pots in handi stand ready to heal the bodies and souls of the faithful.

LAZARUS'UN DİRİLİŞİ BETİMLİ - 4. YÜZYIL SONU 5. YÜZYIL BAŞI

LAZARUS’UN DİRİLİŞİ BETİMLİ – 4. YÜZYIL SONU 5. YÜZYIL BAŞI

NAİMLİ DUL KADININ OĞLUNU DİRİLTEN İSA BETİMLİ KABARTMA 4. YÜZYIL SONU 5. YÜZYIL BAŞI

NAİMLİ DUL KADININ OĞLUNU DİRİLTEN İSA BETİMLİ KABARTMA 4. YÜZYIL SONU 5. YÜZYIL BAŞI

Konstantinopolis Ve Ötesinde Hekim Azizler – The Physician Saints In Constantinople And Beyond

Anargyroi olarak tanınan Aziz Panteleimon ile ikiz kardeşler Kosmas ve Damianos, şifacı azizlerin en önde gelenlerindendir. Anargyroi lakabo, Doğu Ortodoks Kilisesi’nin meslekten hekim olan ama İncil’in emrettiğince, tıbbi hizmetleri para karşılığında yapmayan azizlerine verilmiştir. “Hastaları iyileştir… Karşılıksız aldınız, karşılıksız verin” (Matta 10:8).

Nikomedia (İzmit) doğumlu Aziz Panteleimon, mesleği hekimlik olan bir din şehididir. Genellikle, bu ikili kimliğini yansıtacak şekilde betimlenmiş, Konstantinolpolis ve çevresinde, adına kurulan kutsal mekanlarda cömertçe onurlandırılmıştır.

Azizler Kosmas ve Damianos’un Konstantinopolis’teki ünlü mabetleri Kosmidion’un tarihi 5. Yüzyıla dayanır. İkisi de hekim olan azizlerin, çeşitli hastalıkları iyileştirmek üzere ölümlerinden sonra da Kosmidion’da mucizeler gerçekleştirdiğine inanılırdı.

The physician St. Panteleemon and the twin brothers Kosmas and Damian, known as the anargyroi are preeminent among the healing saints. The epithet anargyroi was given to saints of the Eastern Orthodox Church who were physicians by profession but were not paid for practicing medicine in accordance with the Gospel: Heal the sick… Freely you have received, freely give” (Matthew 10:8)

St. Panteleemon, born in Nikomedeia (İzmit) died a martyr but he had been a doctor by profession. Portraits of the Saint often convey this double identity. He was lavishly honored in Constantinople and its suburbs.

The Kosmidion, renowned sanctuary of Sts. Kosmas and Damian in Constantinople dates back to the 5th century. The saints, both trained in medicine, worked at the Kosmidion posthumously to cure a variety of illnesses.

Aziz Panteleimon

Aziz Panteleimon

Kosmas ve Damianos Kardeşler

Kosmas ve Damianos Kardeşler

Konstantinopolis Şifa Merkezleri

Konstantinopolis Şifa Merkezleri

Şeytanlar, Simgeler ve Kozmos – Demons, Symbols, And The Cosmos

Bizans’ta hastalık ve şifayı kuşatan inançlar, mitlerden, astrolojiden ve Akdeniz havzasında – Yahudiler, Mısırlılar, Mezopotamyalılar ve Yunanlılar tarafından – uygulanan büyülerden çıkmıştır. Tılsımlı objeler, tıbbi eserlerde dahi, hastalığın birincil nedeni olduğu düşünülen şeytanın bedeni ele geçirmesine karşı yaygın biçimde önerildi. Güneşin simgesi aslan başlı yılan Khnoubis betimli yeşil yeşim taşları,Nemea aslanıyla dövüşen Herakles’i gösteren hematit taşları ile güneşin simgeselliği ve dirilişi çağrıştıran, yıldızlı aslan imgeleriyle bezeli sekizgen yüzükler bu amaçla kullanılmıştı.

Otuz altı astrolojik dekan, bedenin kısımları, bitkiler, hayvanlar ve taşlar arasındaki ilişkilere dayanan tıp, geç antik dönem büyücülüğünün temel bir unsuruydu. Bedene zarar veren dekanları ve şeytanları yenmesi için Tanrı’nın büyülü bir mühür yüzük verdiği Eski Ahit kralı Süleyman bu alemin hükümdarıydı. Yıldızların ve ayın konumu ilaçların planlanmasında rol oynarken, kozmik düzen de, bedensel sağlık ve kuvveti muskalarla yeniden güçlendirmek için bir model işlevi görürdü.

 

Beliefs surrounding illness and healing in Byzantium stem from the myths, astrology, and magic practiced around the Mediterranean by Jews, Egyptians, Mesopotamians, and Greeks. Amulets were widely prescribed, even by medical treatises, against demonic invasion, thought to be a primary cause of illness. One finds gren jasper gemstones featuring the solar lion-headed serpent Chnoubis, hematite Stones showing Herakles fighting the Nemean lion, and octagonal rings invoking solar symbolism and resurrection and featuring astral lions.

Medicine based on links between the thirty-six astrological decans, parts of the body, plants, animals, and Stones was a fundamental element of late antique magic. The biblical king Solomon reigned here, having received a magical seal ring from God to defeat demons, including decans causing bodily harm. The position of the stars and moon played a role in scheduling medications, while the cosmic order served as the model for reestablishing bodily order –health and strength- with amulets.

Tıbbi Bitkilerle Tedavi – Treatment With Medicinal Herbs

Bitkilerle ilgili birikimi ve şifa uygulamaları yakın ilişki içindedir. Bazı köklerin toksik ve halüsinojenik doğası ile bunların elde etmenin tehlikeleri, mitsel ya da büyülü bir nitelik ve güç sunmuştur.

Kilikya’da Anavarza’da (Ağaçlı) doğan Hekim Pedanius Dioskorides (yak. MS 40-90), De Materia Medica’da (Tıbbi Konular Üzerine) beş yüzden fazla bitki ve besleyici ürünü, tıbbi kullanımları, hazırlanışları ve miktarlarıyla tarif etmiştir. Kayıt altına aldıkları arasında Akdeniz havzasından çeşitler ve değerli egzotik bitkilerden oluşan bir dizi vardır. De Materia Medica’nın aktarımı – Arapça ve Latinceye çevirisi de dahil – metnin günümüze ulaşan en eski kopyaları olan Bizans elyazmaları sayesinde mümkün olmuştur.

Bir hekim ve cerrah olan Bergamalı Galen ise (MS 129 – yak. 216), tıbbi bitkileri hem ayrı ayrı kullanır hem de özel tedaviler için karışımlar hazırlandı. Roma imparatoru Marcus Aurelius için hazırladığı macun (panzehir), aralarında afyonun da bulunduğu yetmişten fazla malzeme içeriyordu. Kitabı, güzelliğe yönelik her türlü ilacı da kapsıyordu.

 

Knowledge of plants and the practice of healing are closely entwined. The toxic or hallucinogenic nature of some roots, and the dangers associated with picking them, conferred a mythical or magical character and power.

Pedanius Dioscorides (ca. 40-90 AD), a physician from Anazarbus, in Cilica, described more than 500 plants and alimentary products, including medicinal uses, preparations and dosagesi in De Materai Medica (On Medical Substances). Those recorder included varieties from the Mediterranean basin and an array of prized exotic plants. The transmission of De Materia Medica, including its translation into Arabic and Latin, was made possible through Byzantine manuscripts, the earliest surviving witnesses of the text.

Galen of Pergamon (129-ca. 216 AD), a physician and surgeon, employed madecinal plants individually and as complex concoctions devised for specific therapies. His theriac (antidote) for Emperor Marcus Aurelius consisted of more than seventy ingredients, among them opium. His pharmacopoeia also covered cosmetics and commotics.

Sibthorp Soğanı

Sibthorp Soğanı

Çilek Ağacı

Çilek Ağacı

Havuç

Havuç

Meyan Kökü

Meyan Kökü

Mor Süsen

Mor Süsen

Hippokrates ve elinde aforizmalarının ilk satırlarını yazdığı kitabı

Hippokrates ve elinde aforizmalarının ilk satırlarını yazdığı kitabı

HAYAT KISA, SANAT UZUN, FIRSAT KAÇICI.

Hayat Kısa, Sanat Uzun Bizans’ta Şifa Sanatı

11 Şubat – 26 Nisan 2015 tarihleri arasında Pera Müzesi’nde…
20141128_e417c105-c011-4c86-aaa7-c2175237b40d

Pera Müzesi dünya tıp tarihinden bir kesite ışık tutan “Hayat Kısa, Sanat Uzun: Bizans’ta Şifa Sanatı” sergisini açıyor.

Adını Hippokrates’in ünlü aforizmasından alan sergi, Bizans’ta şifa sanatı ve pratiğini, Roma döneminden geç Bizans dönemine uzanan bir süreçte incelemeyi amaçlıyor.

Küratörlüğünü Brigitte Pitarakis’in yaptığı sergide, antik dünyanın kutsal şifacıları Apollo ve Asklepios ile rasyonel tıbbın ve farmakolojinin kurucuları Hippokrates ve Dioskorides’in altyapısını oluşturduğu Bizanslılar’ın şifa metodları (inanç, büyü, rasyonel tıp), İstanbul’daki şifa ve mucize merkezleri, doktor azizler gibi çeşitli konular; ulusal tıp ve botanik elyazmaları, mermer oyma eserler, ikonalar, rölikerler, muskalar, tıp aletleri, bitki örnekleri, antropolojik veriler, nadir baskı kitap, gravür ve arşiv fotoğrafları aracılığıyla anlatılıyor.

Hastalığın, birincil nedeninin şeytanlar olduğuna dair inanç ile Hippokratik öğretilere dayandırılan akılcı bir algılanışın “şifa sanatı”nın öncülerinde -hekimler, eczacılar, azizler ve büyücüler- çarpıcı biçimde birlikte var oluşu ele alınıyor, sağlıklı olmak ve hastalıklardan, şeytanlardan korunmak, bedeni ve ruhu arındırmak için yapılan günlük ritüeller anlatılıyor.

İstanbul’un Bizans geçmişiyle ilgili yenilikçi kavrayışlar sunan eserler, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, İstanbul Rum Patrikliği, Heybeliada Ruhban Okulu, Yeniköy Panayia Rum Kilisesi ve Mektebi Vakfı, Rezan Has Müzesi, Paris Ulusal Kütüphanesi, Oxford Üniversitesi Bodleian Kütüphaneleri, Atina Benaki Müzesi, Kastoria Arkeoloji Müzesi ve özel koleksiyonlardan derlendi.