Çemberlitaş (Constantin Sütunu) Efsanesi

Şehir efsaneleri, her büyük kentin kuruluşundan itibaren yayılan ve yıllar sonra doğru olmadığı ispat edilse bile halk tarafından inanılmaya devam eden hikayelerdir.

Bunların bazıları kısmen doğrulansa da bazıları hiç bir şekilde karşılık bulmadı.

Bizans Efsaneleri’de bu şekilde hala halk arasında devam etmekte. Daha önce bir efsane ile giriş yaptığımız bu bölüme artık daha sık ve çeşitli kaynaklardan yararlanarak paylaşımlarda bulunup siteyi biraz daha heyecanlı hale getirebileceğimizi düşündük. İyi okumalar.

ÇEMBERLİTAŞ EFSANESİ VE TÜNELLER

Çemberlitaş ya da Constantin sütunu Bizans’ın merkezi ve de simgesi olarak bilinir ve sayılırdı çünkü, Bizans’ın Constantin tarafından fethinin (18 Eylül 324) ve kutsamasının (8 Kasım 324) bir işaretiydi. Aynı zamanda başkaca kutsal emanetlerin biraraya getirildiği bir gizemler noktasıydı. Bizans inanışlarına göre Constantin sütunun temelinde Truva’dan gelme tanrıça Pallas Atina’nın tahtadan yapılmış heykelini, Nuh peygamberin asasını, Musa’nın sular fışkırttırdığı taşı, İsa’nın ekmekler dağıttığı günden kalan yedi ekmeğin kırıntılarını gömdürmüş ve temeli kendi eli ile kapatmıştı.

OLYMPUS DIGITAL CAMERA
OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Çemberlitaş’ın tepesinde yükselen ve Apollo’ya benzetilen Constantin’in heykelinde de İsa’nın haçından (çarmıhından) bir parça bulunduğuna dair inanışlar da vardı. 1105 yılında heykel kopan bir fırtınada, birkaç kişiyi de ezerek yıkılıyor sonraki yıllarda, İmparator I. Manuel Comnenos’un döneminde, sütun tamir ediliyor ve 1779’da I. Abdülhamit’in emri ile çemberler yenileniyor. İstanbul’daki sütunlar, dizi dizi efsaneler yaratarak, etrafa gizemler dağıtıyorlar:

– Avrat pazarı’nda içi boş, mermer parçalarından yapılmış bir sütun ve tepesinde bir heykel, o da bembeyaz mermerden.

Yılda bir kez heykel ses verir, kuşlar etrafına dönmeye başlarlar çılgıncasına ve bir kısmı yere düşer bitik. Halk onları toplar kendine bir ziyafet çeker. Bizde Avrat Taşı olarak bilinen Arcadius sütunudur bu, kala kala bir kaidesi kalmıştır Cerrahpaşa’da bir de tepesinden kopan bir parça.

Sütun 403 yılında İmparator Yüce Theodorius’un anısına dikiliyor İmparator Arcadius tarafından; 421’de 2. Theodosius tepesine babası Arcadius’un kuşları cezbeden heykelini yerleştiriyor; 542’de sütuna düşen bir şimşek heykelin bir elini kırıyor; 740’ta ise heykel kendiliğinden devriliyor ve 1719’da sütun yıkılıyor. Avratpazan’ndaki Avrat Taşı’na karşın Fatih’te bir Kız Taşı veya Marcianus sütunu…

Bunun tepesinde de, Bizans döneminde bir heykel duruyordu: İmparator Marcianus’un oturmuş haliyle bir heykeli. Efsanelere göre sorun yaratan bir imparator heykeliydi bu, çünkü yakınlarından geçen kızların bakire olup olmadıklarını açık açık duyurmak gibi kötü bir huya sahipmiş.

Evliya Çelebi de bir başka olağanüstü sütun ve heykelden söz ediyor, Çatladıkapı’da bulunan. Dört köşeli olan bu sütunun tepesindeki heykel ise tunçtan yapılmıştı ve bir çeşit haberci-koruyucu görevini görüyormuş: Akdeniz’den yaklaşan düşman gemilerini haber verir, gemiler yaklaşınca da ağzından çıkan bir ateşle yakıp kül edermiş.

Çemberlitaş’a dönelim: Çemberlitaş ve altında bulunduğu söylenilen iç oda ile ilgili ilginç bir yorum Haluk Egemen Sarıkaya’dan gelmektedir. Sarıkaya’nın savına göre, “Mabet Prototipine uygun her kutsal yapı gibi, Çemberlitaş’ın da yeraltı Agarta sistemiyle ilişkisi olması sözkonusudur.”

Bu savı ile ilgili olarak araştırmacımız 1930’lu yıllarda Çemberlitaş civarında yapılan bir arkeolojik kazı sonucu labirent şeklinde bazı dehlizlere rastlandığını, bu noktadan hareket edildiğinde Çemberlitaş’ın İstanbul’un altındaki dehlizlere açılan bir kapı, bir giriş hatta bir enerji noktası işlevini gördüğünü de eklemektedir, rahatça tartışılabilir bir yorumla.

Eski Bizans’ın merkezi olan Hipodrom, Sultan Ahmet ve civarının Aksaray’a ve belki de daha ötesine kadar yeraltı galerileriyle döşendiği bir gerçektir ve Sarıkaya bu gerçeğe kaynak olarak, “İstanbul’un Yedi Harikası” adlı 80 küsur yıllık bir kitaba dayanarak Yerebatan Sarayı ile Kınalıada arasında uzanan bir tünelden de söz etmektedir.

“Köpek Öldüren Kanalı denilen bu dehlizin, Yerebatan Sarayı’nın gizli bir girişinden başlayarak kuzeydoğu yönünde ilerlediği ve boğazın Marmara’ya açıldığı yerde denizaltından geçtiği, Üsküdar’dan itibaren de güneydoğuya doğru bir açı yaparak, düz bir hat halinde, önce Üsküdar-Kadıköy sahillerinin ve daha sonra gene Marmara’nın altından uzanıp Kınalıada’ya ulaştığı ve buradaki manastırda son bulduğu belirtilmektedir.”

Efsaneyi iyice gizemli hale getirip tam bir şehir efsanesi haline getiren haliyle bitirelim;

1972’de Aksaray’da belediyenin kanalizasyon inşası için yaptığı bir kazıda Bizans devrinden kalma bir mezarlık (katakomb)bulunuyor, ikinci katı sularla dolu; 1963’te Taşlıtarla’da, Havuzbaşı semtinde, oto tamircisi Cavit Cinci boş bir arsada açılan bir delikten, define aramak niyetiyle yeraltına iniyor. Cinci ortadan kayboluyor, tarlanın altında açılan dehlizi arkeologlar araştırıp bunun da iki katlı ve yaklaşık olarak 87 metre uzunluğunda olduğunu saptıyorlar.

Arayışlar sürdürülürken Cinci’nin cesedi bulunuyor fakat bir bataklığa varan dehlizin devamına ulaşılmıyor, ne olduğu, ne işe yaradığı ve hangi döneme ait olduğu ise kesinlikle anlaşılmıyor.

Ayaklarımızın altında yerini, sayısını ve işlevini bilmediğimiz bunca dehlizler, yeraltı yolları ve labirentler açıldığına göre zaman zaman yerin altından garip seslerin çıkmasına, yükselmesine hiç şaşmamamız gerekiyor. 26 Eylül 1980 gecesi, İnönü stadının civarlarında, yeraltından gelen ve balyoz sesine benzeyen gürültüler duyuluyor. Sesleri duyan ve meraklanan bir grup asker ilgililere haber veriyor, yerinde bir araştırma yapılıyor fakat ne seslerin nedeni, ne de kesin çıkış noktaları anlaşılamıyor. Anlaşılmayan veya açıklanamayan her olayın altında bir esrar aramak değildir niyetimiz. Ancak yukarıdaki örnekte en basit, doğal bir açıklama olarak bir yankılanmadan söz edebiliriz.

Aynı şekilde, mantıksal bir süreç içinde, bu ve benzer sesleri, aşırı gibi görülebilecek ama araştırmaya her zaman açık bir yaklaşımla gürültüleri henüz bilmediğimiz, gereği ile araştırılmamış bir “yeraltı yolları” varsayımına da bağlayabiliriz. Yeraltı dehlizleri, yeraltından çıkan sesler ve yine yeraltından çıkan hayvanlar…

Giovanni Scogaamillo – İstanbul Gizemleri (Büyüler, Yatırlar, İnançlar)

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s