Bukoleon (Hormisdas) Sarayı

 

Bukoleon Sarayı, coğrafi konum olara İstanbul’da, tarihi yarımadanın Marmara Denizi kıyısında bugünkü Cankurtaran ile Kumkapı arasındaki Çatladıkapı mevkiinde, Küçük Ayasofya’nın hemen doğusunda bulunan ve bugüne yalnızca kalıntıları ulaşmış olan bir Bizans sahil sarayıdır. Hıristiyanlık öncesi dönemlerden geldiği sanılan ismine bakılırsa, tarihinin çok eskilere gittiği düşünülebilir (Bukoleon Limanı). Fakat saray hakkındaki ilk bilgi orta Bizans dönemine (9. yy’ın ortalarından 13. yy başına kadar) aittir

2014

2014 Uydu Görüntüsü

Doğrudan Marmara deniz surları üzerinde inşa edilmiş olan sarayın, merdivenlerle inilen bir limanı bulunmaktaydı. Bu liman tamamen imparatorların kullanımı için ayrılmıştı. 1956 yılında başlayan sahil yolu inşaatından önce deniz, surların dibine kadar gelmekteydi.

1982

1982 Uydu Görüntüsü

 

1966

1966 Uydu Görüntüsü

Saraya ve hemen yakınındaki limana adını veren Bukoleon sözcüğü, Grekçe “bukolos” (çoban) anlamını taşımakta, muhtemelen pagan dönemden kalmadır. Ortaçağ’a gelindiğinde ise bu adın “bus kai leon”dan (boğa ve aslan) meydana geldiği kabul edilir, daha sonra bazı Batılı yazarlarca “buca Leone” (aslanın ağzı) olarak adlandırılır. Bu bilgilere bakıldığında sarayın tarihinin çok eskilere uzandığı ihtimali olsa da, yapı hakkındaki ilk bilginin orta Bizans döneminden (9. yüzyıl ortaları ile 13. yüzyıl başı arası) geldiği görülür. Bu bilgiye göre Bukoleon Sarayı’nın İmparator II. Teodosios (408-450) tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Sarayı’nın temelinde ilkçağdan kalma mermer bloklar kullanılmıştı.

3_boukoleon

Kesit

Tarihçi Prokopios, 6.yüzyılda da imparator olmadan önce, genç İustinianus’un yine bu çevredeki bir sarayda yaşamış, imparator olduktan sonra da hormisdas evi olarak bilinen bu yapıyı bütünüyle değiştirip, imparatorluğa yaraşan bir görkemle büyük saraya katmış olduğunu yazmıştır.

16_200901031034390_DETAILED

Sahildeki bu sarayın mimari evrelerine baktığımızda ilk olarak 4. yy’ın ilk yarısında, Constantinus döneminde (306-337) İran’dan gelerek Bizans sarayına sığınan Hormisdas tarafından yaptırıldığı, ya da II. Theodosius döneminde (408-450) yapıldığı, 6. yy’da ise İmparator Iustinianus tarafından yenilendiği öne sürülmüşse de, bu dönem izlerini gösteren arkeolojik veri yoktur. 10. yy’da Nikephoros Phokas (963-969) sahil sarayını, Büyük Saray’ın da Hipodrom’daki imparatorluk locasına kadar olan kısmını içine alacak biçimde bir surla çevirmiş ve bu kısım artık İmparatorluk Sarayı olarak kullanılmaya devam ederken, diğer kısımlar terk edilmiş ve zamanla yıkılmıştır [Mango 1997]. Saray 14. yy’dan itibaren tamamen terk edilmiştir [Müller-Wiener 2001:225-228, res. 257-261]. Mimari Özellikler: Bukoleon Sarayı, sahil surları üzerinde, denize doğru çıkıntı yapan İmparatorluk İskelesi, bu iskeleden doğudaki fener kulesine kadar uzanan surun üzerindeki balkonlu cepheden, sur ile demiryolu arasında kalan tonozlu bazı mekanlardan ve bu kompleksi çevreleyen, Hipodrom’daki imparator locasına kadar uzanan bir çevre duvarından oluşmaktadır. Bu sahil sarayını çevreleyen surun günümüze ulaşan kalıntıları, demiryolu inşaatı ile büyük ölçüde yok olmuştur [Mango 1997: res. 5]. Sarayın denize bakan cephesinde 7 büyük kemerli pencere ya da kapı, ön taraftan konsolların taşıdığı bir balkona açılmaktaydı. Cephe, büyük kesme taş duvarın üzerine sonradan yapılmıştır. Bu cephenin arkasında 65 m’yi bulan uzunlukta, üzeri tonozla örtülü bir salon bulunmaktadır. Bu mekanın kuzeyinden demiryolu geçmektedir ve Hipodrom’a doğru uzanan kalıntılar günümüzde görülememektedir. Sarayın batısında, surlardan denize doğru çıkıntı yapan kısmın sarayın iskelesi olduğu bilinmektedir. Bu kısma saraydan büyük bir merdivenle inilmektedir ve kare planlı bu mekanın güney ve doğu taraflarındaki iki büyük kemerli açıklıktan denize ulaşılmaktadır. Bu kemerler daha sonraki dönemlerde küçük bir kapı bırakılacak biçimde örülmüştür. Sarayı iskeleye bağlayan merdivenin altında ise üç nefli bir sarnıç vardır.

Bukoleon sarayi- copy

Buluntular: 1993-1994 yılları arasında yapılan temizlik ve kazı çalışmalarında çok sayıda mimari plastik eser ile seramik, mozaik ve damgalı tuğlalar bulunmuştur. Bu buluntular bir yüksek lisans tezinin konusu olmuştur [Utkan 1996]. Mimari Plastik: Çok sayıda levha parçaları, sütun ve sütun başlıkları, kitabeli parçalar bulunmuştur [Utkan 1996:30-56]. Saraya 25 m mesafede yapılan bir inşaat kazısı sırasında 3×2 m boyutlarında iyi bir işçilik gösteren opus sectile tekniğinde taban mozaiği ve bu mozaiğin ait olduğu mekanın iç süslemesine ait renkli sırlı duvar çinileri ile mimari kaplama levhaları bulunmuştur. Üzerinde melek kabartması bulunan bir mermer levha da bulunmuş ve buluntular 10-11. yy’lara tarihlenmiştir [Asgari 1984:46, res. 17-19]. Çanak çömlek: Sarayın batı pavyonu ile imparator iskelesinde, ikisi seramik çöplüğü olmak üzere toplam beş açmada gerçekleştirilen kazılar sonucunda çok sayıda ve çeşitli formlarda sırlı ve sırsız seramik bulunmuştur. Sırlı seramikler genellikle sgrafitto tekniğinde ve kırmızı hamurlu parçalardır. Kirli sarı ve yeşil renk sır çoğunluktadır. Birçok parçada çeşitli tekniklerde işlenmiş figürler yer almaktadır. Bulunan parçaların büyük kısmı 12-13. yy’lara tarihlendirilmiştir [Utkan 1996:68-121]. Cam: Temizlik ve kazılarda az sayıda cam bulunmuştur. Bunlardan iki tanesi tam parfüm şişesi, diğerleri kırık parçalar halindedir [Utkan 1996:181-183]. Sikke: 9. yy’a ait bir adet bronz sikke bulunmuştur [Utkan 1996:191]. Küçük el sanatları: Kazılarda iki pişmiş toprak figürin, çeşitli kemik heykelcikler, taş ikona parçaları bulunmuştur [Utkan 1996].

tumblr_ngb40kdlQ21tmm2yno1_1280

Sahil Yolu Yapılmadan Önce

Başka bir kaynağa göre sarayın süreci ise şöyle işlemektedir;

  1. yüzyılın Üçüncü çeyreği: Nikophoros 2. Phokas’ın (963-969) inşaatı arkeolojik ve tarihsel açıdan emin bir biçimde saptanabilmekte. 967’de ise Büyük Saray’ın batısında güçlü bir sur ve kulelerin yapımı ile sürdürülür. Bu arada bitişik olan evler yıkılır. Daha sonraki kaynaklarda sık sık adı geçen,Skyla ve üstü kapalı hipodromun yanında yer alan kule, duvar çemberinin en kuzey noktasında (Yaklaşık Nakilbend Sarnıcının orada) inşa edilir. İmparator, surların yanına ambarlar ve alışveriş yerleri yaptırır. Bu surun ve hemen Tramvay Caddesinin yanındaki kapının kalıntıları günümüze kadar gelmiştir. Bugünkü sarayın bazı bölümlerinin bu dönemde yapılıp yapılmadıkları kesin bilinmez. Sarayın denizdeki cephesinin önünde Bukoleon adını taşıyan, imparatorun emri altındaki liman yer almakta.
    13. Yüzyılın Birinci yarısı: Latin işgalinin ve yağmalanmasının ardından, Bukoleon Sarayı; Blakhernai Sarayı’nın yanısıra Magnum Palation (Büyük Saray) ile birlikte Latin İmparatorunun Konutu olur.. Sonra St.Michael adı altında, doğudan papanın emrinde olan ruhban cemaatine sahip saray kilisesine dönüşür.

14.-19. Yüzyılllar: Büyük Saray  Bukoleon Sarayı da Palaiologoslar döneminde terkedilir. 1453 İstanbul Fethinden sonra bölge yerleşim alanına dönüşür. Merkez ise 1554 yılında Kızlar Ağası Mahmud Ağa tarafından inşa edilen ve üç bölümlü bir sarnıcın üzerinde bulunan Ağa Camii olur.
Sarayın deniz cephesinde bulunan heykeller grubu 1532 yılında bir depremde büyük zarara uğrar..16. yüzyılda ise ortadan kalkar.

47e9a09d46bd0a396705130e132d86ec

Büyük Saray’ın bir parçası olan bu sahil sarayından ilk olarak İmparator Konstantinos Porphyrogennetos’un 10. yy’da yazdığı ve saraydaki törenleri anlatan “De Ceremonies” adlı kitabında bahsetmektedir (Porphyregennete 1935-1936). 1912 yılında çıkan büyük yangın bölgedeki yapıları yok ettiğinden, bu kalıntılar da ortaya çıkmış ve 1913 yılında T. Wiegand tarafından Büyük Saray’da araştırma ve kazılar başlatılmıştır. Aralıklarla 1918 yılına kadar süren kazı ve çalışmalar bir kitap olarak yayınlanmıştır (Mamboury-Wiegand 1934). Bölgede ikinci defa 1951 yılında St. Andrews Üniversitesi kazılara başlamış ve 1953’te S. Corbett Bukoleon’daki çalışmaları yürütmüştür (Corbett 1958). 1983 yılındaki bir temel kazısı sırasında ortaya çıkan opus sectile taban mozaiği ve renkli duvar çinileri N. Asgari tarafından araştırılmıştır (Asgari 1984:45-46, res. 12-16). 1993-1994 yılları arasında, İstanbul surlarının genel onarımı kapsamında, Bukoleon Sarayı ve İmparator İskelesi’nde de temizlik ve kazı çalışmaları yapılmıştır.

800px-Millingen_Bucoleon_lion

Arkeoloji Müzesinde Bulunan Saray Girişindeki Aslan

Tahribat: Demiryolu, yapılaşma ve kısmen sahil yolu çalışmaları nedeniyle sarayın büyük bölümü tahrip edilmiştir. Güney cephede üç adet mermer lento ve söveli açıklık ile iki adet kemerli açıklık vardır. Açıklıklardan biri yarıya kadar örülmüş, diğer iki açıklık yıkılmıştır. Balkonlu olan bu kısmında yoğun bitki örtüsü tahribatı görülmektedir ve üzeri yoğun olarak sarmaşıklarla örtülmüştür. Kuzey tarafı demiryoluna bakmaktadır ve buna bağlı olarak yoğun tahribat görülmektedir. Demiryolunun beton duvarları yapının duvarlarına dayandırılmıştır. İskele kısmına inen basamaklı rampanın altımda kalan sarnıcın içi ve çevresi çok yoğun bitki örtüsü ve çöplerle doludur. Balkonlu kısımdan sarnıca doğru ilerleyen duvarın bir kısmına beton dökülmüştür (TAYEx 08.09.2008).

4e0679c3383e7bbe32772cdafb1a5aae

Sahil Yolu Yapılmadan Detay

Bir başka kaynakta ise sarayın geçirdiği tahribatı farklı şekilde aktarmakta.

Eski Saray alanında yapılan yeni binalar ve büyük yangınlar (1489, 1741?, 1758, 1808.,1912) sarayın tüm kalıntıları da tümüyle yok eder. Deniz Surlarının yanında kalanlar pek çok kere betimlenerek resmedilmiştir.(Petrus Gylllius; 1794 civarı Choiseul-Gouffier)

1870 yılından itibaren demiryolu yapımı başka zararlara yol açar ve burada aslan figürleri ile bezenmiş deniz cepheside yok olur.

c47893cced60ebe7f2a5ee96132dd516

Saray Detayından Bir Monogram

  1. Yüzyılda Bukoleon Sarayı

 

1912 yılındaki büyük yangının verdiği zararların ardından, hemen aynı yıl R.Mesguich ve sonraki yıllarda T.Wiegand ve K. Wulzinger tarafından güçlendirme ve aynı zamanda kazı çalışmaları başlar. Saray bölgesi yürürlükte olan yasağa rağmen yeniden yerleşim bölgesi olur. Ancak son yıllarda sahil yolunun 1956 yılından itibaren inşasından sonra kalıntılar içine yapılmış kulübeler yıkılır ama sistematik bir onarım hala yapılmamıştır. Bugünkü tam bir mezbelelik. İki sene kadar önce vahşi kapitalızmin uyuşmuş lümpenliğinin çaresiz mağdurları tinerciler yatakları, yorganları sermişler, bali çekiyorlar , yanımdaki arkadaşımla bana saldıracakmış gibi bakıyorlardı.. Biraz dolaşıp hızlı adımlarla oradan uzaklaşmak zorunda kalmıştık. Yanılmayı çok isterim ama 2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti olan İstanbul’da ihmal edilen, hoyrat davranılan yapıların başında gelmekte. Rant kentinin kültür başkentine dönüşmesi dileğimiz.

1b2f76a3403aa1637d4cce431c0e52a8

Radi Dikici Theodora adlı kitabının 150 ve 151. Sayfalarında imparator Jüstinyen’in Theodora’ya nerede rastladığını anlattıktan sonra ertesi gün Makedonia’yı Theodora’ya göndererek çalışma ofisi olan Hormisdas’a gelmesini ister. Buluştuklarında direk evlenme isteğini söyler.

Bugün artık zor ayakta duran bu sarayda yaşananlara sadece bir örnekti bu.

tumblr_nj7aqoV57Z1tmm2yno1_1280

1918

 

16_200901031033521_DETAILED

 

Boukoleon_Palace_fragments_(3)

Arkeoloji Müzesinde Sergilenen Saraydan Kurtarılan Eserler

mamboury

Mamboury Haritasında Sarayın Yeri

 

 

 

KAYNAKLAR:

John Freely  Eyliya Çelebi’nin İstanbulu YKY

vct_0607_gulgunkoroglu.pdf erişimi için tıklayın

Nicholas V. Artamonoff Koleksiyonu

eski.istanbulium.net

vikipedia.org

İstanbul’un Tarihsel Topoğrafyası : Wolfgang Müller Wıener, Çeviren: Ülker Sayın -YKY Yayınları 1. Baskı Ocak 2001, 3. Baskı Mart 2007

Bukeleon Sarayı 2009 Sezonu Temizlik Çalışmaları Vakıf Restorasyon Yıllığı Sayı:4,İstanbul 2012, s.64

Erkmen SENAN – http://erkmensenan.blogspot.com.tr/

Reklam

Dragos Kazıları

KARTAL VE ÇEVRESİNİN TARİHÇESİ

İstanbul’un doğu yakasında yer alan Kartal İlçesi kuzeyde Ümraniye, kuzeydoğu’da Beykoz ve Pendik, doğuda Sultanbeyli ve Pendik, batıda Maltepe ilçeleri ile çevrilidir. Güneyinde ise Marmara Denizi yer alır. Kocaeli Yarımadasının bir uzantısı olarak kabul edilen Kartal tarih öncesi dönemlerden itibaren iskan görmüştür.

Tuzla, Pendik, Ümraniye, Dudullu ve İçerenköy’de bu dönemlere ait izler ve yerleşim yerleri tespit edilmiştir. M.Ö. 2 ve 3. binler arasında Marmara Denizindeki su seviyesinin düşmesi ve tuzlanma oranının artması sonucu değişen ekolojik şartlar Marmara kıyılarının tümünde yerleşimin terk edilmesine yol açmıştır.

Marmara kıyılarının tekrar iskan görmesi genel olarak M.Ö. 2. binlerin başlarında Karadeniz ve Balkanlar üzerinden gelen Trak halklarının göç etmesiyle başlar. M.Ö. 1200 yıllarında bölge Trak kökenli bir halk olan Bithynialılar tarafından iskan edilmiştir ve M.Ö. 1. binlerde (Demir Çağında) bir krallık olarak tarih sahnesinde belimiştir.

Bu döneme ait yazılı kaynaklarda da bölge Bithynia Trakyası olarak adlandırılmıştır. Bithynia toprakları M.Ö. 94-74 döneminde veraset yoluyla Roma’ya bağlanmış ve M.Ö. 74’de Roma’nın bir eyaleti haline gelmiştir. Daha sonra Bizans İmparatorluğu sınırları içinde kalan bölgeye Türklerin gelişi 1080 yılının başlarına rastlamaktadır. Ancak, 1329 yılında bugünkü Maltepe’de yapılan ve Bizanslıların yenilgisiyle sonuçlanan Pelekanon Savaşı sonrasında Osmanlılar bölgeye tümüyle hakim olmuştur.

İstanbul’un merkezinde olduğu gibi, Bithynia toprakları içinde kalan Kartal ve çevresinde de Helenistik ve Roma dönemleri ile ilgili bilgilerimiz oldukça sınırlıdır. Fakat, Bithynia’nın Roma Dönemi’nde yoğun bir imar faaliyetlerine sahne olduğu Genç Plinus’un mektuplarından anlaşılmaktadır. Bu dönemlerle ilgili olarak Samandıra’da ve Maltepe-İnceğiz köyünde Helenistik Dönem’den Geç Roma Dönemi’ne kadar süreklilik gösteren tümülüs tipi mezarların olduğu nekropol alanı tespit edilmiştir. Kartal ve çevresinin tarihi ile ilgili bilgilerimiz daha ziyade Bizans Dönemi ile başlar.

Kadıköy’den Pendik istikametine doğru Hieria (bugünkü Fenerbahçe), Rufiniannes (Caddebostan), Poleatikon (Bsotancı), Satyros, Bryas, Kartalimen (ya da Cartalimin bugünkü Kartal), mevkilerinin sıralandığı bilinmektedir. Ayrıca Tuzla (Akritas), Pendik (Pa(e)ntikion), Kartal, Maltepe, Küçükyalı ve Bostancı kıyılarının limanlara sahip olduğu ifade edilmektedir. Ayazmaları ve su kaynaklarıyla ünlü Kartal ve çevresinde Bizans Dnemi’ne ait bir çok manastır ve kilise kalıntısı tespit edilmiştir.

Tuzla’da ki Akritas Burnu yakınlarında 6. yüzyılda varlığı bilinen Hagios Trifon Manastırı, çevredeki küçük adalarda da Hagios Andreas ve Hagia Glikeria manastırlarından söz edilmektedir. Hagios Teotokos ve Hagios Demetrios manastırları ise yarımadadaki diğer dinsel yapılardı. Yine Tuzla kıyı şeridinde bir kilise kalıntısı ve Tuzla Değirmenaltı mevkiinde bir Bizans kalıntısı da tespit edilmiştir. Pendik’in Çınardere Mahallesinde Orta Bizans Dönemine tarihlenen bir manastır kalıntısı ile Maltepe-Küçükyalı’da da Satyros manastırı (Satry’e (satir) adanmış bir tapınağın üstüne, Konstantinopolis Patriği İgnatos tarafından M.S. 837-877 civarında inşa ettirilmiştir) ya da Bryas sarayı olduğu düşünülen bir kalıntı vardır.

Ayrıca Samandıra’da kaynak suyuyla ünlü Alemdağ yakınlarında I. Tiberius Konstantinos (578-582) ve Mavrikos (582-602) dönemlerinde inşa edilen bir Bizans (Damatrias) sarayının olduğu belirlenmiştir. Sultanbeyli’de Aydos Dağı üzerinde Orta ve Genç Bizans dönemlerine ait kale yerleşimi tespit edilmiştir.

 

DRAGOS KAZILARI

İstanbul V Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 16.07.2010 tarih ve 2689 numaralı kararı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün 05.02.2010 tarih ve 25462 sayılı kazı sondaj ruhsatnamesi ile Kartal İlçesi, Orhantepe Mahallesi, Dragos Mevkii, 188 pafta, 2222 ada, eski 162 yeni 207 parsel’de kazı çalışmalarına İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü başkanlığında 20.12.2010 tarihinde başlanmıştır.

Dragos Bizans kalıntılarının bulunduğu 207 parsel, V Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 29.12.2011 tarih ve 252 sayılı kararı ile 1. derece arkeolojik sit olarak ilan edilmiştir. 2010 yılında başlatılan kazı çalışmalarında parselin ortasına yakın alanda, kuzeyde, güneyde ve batıda olmak üzere üç ayrı bölgede çalışma yapılmış, alanın kuzeyinde hamam kalıntıları, güneyinde olasılıkla dini bir yapı kalıntısı ve batısında ise işlevi henüz bilinmeyen oldukça sağlam ve iyi işçilikli bir yapı olmak üzere üç ayrı mekan ortaya çıkartılmıştır.

Bizans Dönemi’nde Constantinopolis’in bir çok yerinde saray-malikane-hamam, kilise-manastır-hamam ya da malikane-kilise-hamam üçlemesinin bulunduğu ve Anadolu yakasındaki Marmara kıyılarında bir çok köşk, saray ve manastırın varlığı bilinmektedir. Ancak kazıların bu aşamasında, Dragos kazısı kilise, yapı ve hamam kalıntısının adı bilinen bir saray, özel bir malikane ya da manastırla bağdaşlaştırılması mümkün görünmemektedir. Mevcut kalıntıların genel olarak 4-6. yüzyıllar arasında inşa edildiği, çeşitli eklemeler, onarımlar ve düzenlemelerle 13. yüzyıla kadar kullanıldığı yapılan kazı sonuçları ile söylenebilir.

 

DİNİ YAPI-KİLİSE KALINTISI

 

Hamamın güneyinde yine geç Roma erken Bizans dönemine ait M.S. 4-6 yüzyılda inşa edilen kilise tespit edilmiştir. 2010 yılında başlayan ve kazıları hala devam eden kilisenin açığa çıkarılan mevcut ölçüleri 40 m. x 20 m. (695 m²)’dir. Plan özelliklerine bakıldığında üç nefli, üç apsisli bazilika planlı bir kilise olduğu görülmüştür.

Dragos Kazıları Kilise Planı

Dragos Kazıları Kilise Planı

Çift narteksli (giriş mekanları) kilise, naos (ana mekan) ve kutsal bema (apsisin ve ilahi söyleyen koronun olduğu yer, ibadet yeri) bölümlerinden oluşmaktadır. Ana nef apsisinin güneyinde ve kuzeyinde mermer kaplı vaftiz odaları (pastaforium hücreleri) bulunmaktadır. Yapının batıdan üç kuzeyden iki adet girişi bulunmaktadır.

20151203_101226 - Kopya

 

Kazısı devam eden bu yapının duvarları bağlayıcı olarak horasan harcının kullanıldığı taş ve tuğla ile inşa edilmiştir. Yapının taban ve duvarlarında ise mermer kaplamalara rastlanmıştır. Bu alanda yapılan kazılarda çok sayıda mermer mimari elemanlar ortaya çıkarılmıştır. Bunlar arasında boya bezemeli mimari elemanlar sayısal fazlalığı ile dikkat çekmektedir. Erken Dönem Bizans mimarisinde yapıların etkisinin arttırılmasının sağlanması için yoğun olarak mermer kullanıldığı bilinmektedir. Ayrıca kilise duvarının etrafında yetişkin ve çocuk mezarları tespit edilmiştir.

20151203_101037

 

20151203_101034

HAMAM KALINTISI

Dragos hamamı ilk defa 1974-1977 yılları arasında yapılan kazı çalışmalarıyla ortaya çıkarılmıştır. 2010 yılında tekrar başlayan kazı çalışmalarıyla hamamın büyük bir kısmı açığa çıkarılmıştır. Hamam yapısından günümüze hamamın alt yapısı olan ısıtma sistemi (hypokaust) ile hamam işlevlerinin yerine getirildiği üst yapıya ait kalıntılara ulaşılmıştır.

Dragos Hamam Planı

Dragos Hamam Planı

Roma hamamlarında olduğu gibi, Bizans hamamlarında da apodyterium (soyunma odası), tepidarium (ılıklık), caldarium (sıcaklık) ve frigidarium (soğukluk) adlı mekanlar bulunur. Hamamların ısıtılması hypokaust adı verilen taban altı ısıtma sistemi ile sağlanır. Sistemde praefurnium adı verilen odun ateşiyle hamamın ısıtılmasını sağlayan genellikle kemerli geçişler ile tabanı taşıyan ve sıcak havanın dolaşımını sağlayan pilae adı verilen küçük ayaklar bulunur.

20151203_101859 - Kopya

 

Dragos hamamı horasan harçlı taş ve tuğladan oluşan bir duvar örgü tekniğinde inşa edilmiştir. Hamamın hypokaust sisteminde od taşından ve tuğladan yapılmış pilaeler vardır. Pilaeler tuğladan yapılmış bir taban üzerinde yer almaktadır. Tabanda yer yer M.Ö. 4-6 yüzyıl arasında üretildikleri bilinen damgalı tuğlalar kullanılmıştır. Tabanda ayrıca olasılıkla buhardan kaynaklanan suyun tahliyesi için yapılmış kanallar mevcuttur.

20151203_102027

 

Caldarium’un doğusunda ve batısında birer sıcak su havuzu bulunmaktadır. Caldarium’un güneyinde,  içinde mermer bir havuzunda bulunduğu tabanı ve duvarları mermer kaplama olan dar diktörtgen bir mekan yer alır. Bu mekanın hemen güneyinde de dörtgen planlı bir başka mekan daha bulunur. Mekanın zemini tuğla ve mermerlerle döşenmiştir. Mekanın doğu sınırında, taban altında pişmiş toprak künklere ve kurşun borulara rastlanmıştır. Kuzey güney doğrultusunda uzanan bu boruların mekanın güney sınırındaki mermerden bir gider tablasına ulaştığı gözlenmektedir.

20151203_102040

Ayrıca mekanın doğusunda mekana girişin sağlandığı bir mermer kapı eşiği ile kuzeydeki mekana geçişi sağlayan yarım daire bir eşik de bulunmaktadır. Hamamın ısı ve ışığı büyük boyutlu pencerelerle sağlandığı ortaya çıkan mermer pencere şebekelerinin sayısal fazlalıklarından anlaşılmaktadır.

Hamam ve çevresinde yapılan kazı çalışmalarında Erken Bizans Dönemi’ne (4-7 y.y.) tarihlenen unguanterium, Sinop amforaları, damgalı tuğlalar, pişmiş topraktan çanak çömlek parçaları, mermer pencere şebekeleri, opus sectileler, Orta Bizans Dönemi’ne (8-12 y.y.) tarihlenen pişmiş topraktan çanak çömlek parçaları, oyun tablası, cam bilezik parçaları, çini mimari kaplama parçaları, bakır sikkeler gibi küçük buluntular ortaya çıkarılmıştır. Duvarlarının nitelik farklarından, yer yer geç dönem duvar ilavelerinin olduğu da gözlenmektedir. Mimari özellikler ve mevcut diğer buluntulara dayanarak Dragos Hamamının Erken Bizans Dönemi’nde inşa edilmiş olduğu ve 13. yüzyıla kadar burada bir Bizans Dönemi yaşantısının devam ettiği söylenebilir.

 

MEZARLAR

Hamam ve kilise yapılarının çevresinde basit toprak gömü tipinde mezarlara rastlanmıştır. Bu mezarlardan ilki hamamın doğu duvarının temeli altında bulunmuştur. Doğu-batı doğrultulu bu mezarın üzeri mermer plakalarla örtülüdür ve gömü sırtüstü yatırılmış olup eller göbek üzerinde birleştirilmiştir. Hamamın güneyinde bebek ve yetişkin mezarı olmak üzere toplam 17 adet Erken Bizans dönemine ait mezar açığa çıkartılmıştır. Kilise çevresindeki mezarlar artık açılmamıştır.

Açılmamış bir mezar örneği

Açılmamış bir mezar örneği

 

20151203_101850 - Kopya

Bebek mezarı

 

Açılmış mezar örneği

Açılmış mezar örneği