Şu an ki Fatih Cami yerinde bulunan, bir ara Rum Ortodoks Cemaati’nin Patrikhanesi olarak kullanılan ve 1461 yılında yıktırılan Havarium Kilise’sine ait gravür.
İstanbul’un en iyi korunan sarnıçlarından birisidir. Fatih ilçesi, Balat mahallesi, Çarşamba semti sınırları içerisinde yer alan, günümüzde İlçe Belediyesi tarafından Çukurbostan Parkı olarak adlandırılmış, kuzeyinde Sultan Selim Caddesi, güneyinde Yavuz Selim Caddesi ile tanımlanan bölgede bulunan sarnıçtır.
-1929 tarihli haritada Aspar
Bu sarnıca Bizans kaynakları, kare bahçe anlamına gelen «xerokipion» ismini vermişlerdir. Sarnıç, Leon I (457 – 474) zamanında Bizans İmparatorluğunun hizmetine giren General Aspar tarafından inşa edilmiş ve bundan dolayı da onun ismine izafe edilmiştir. Aspar, 471’de Leon I ‘in emriyle idam edildiğinden, sarnıcın inşa tarihini bundan daha evvelki bir tarihe, muhtemelen 459 veya 460 yıllarına indirmek çok yerindedir.
-1966 uydu görüntüsünde Aspar
Bizans kaynaklarına göre, bu sarnıcın civarında Manuel Sarayı, Kaiouma ile St. Theodosie ailesinin manastırları bulunmaktadır.
Aspar sarnıcı, bir kenarı 152 metre uzunluğunda olmak üzere dikdörtgen bir plan şekli arz etmektedir. Derinlik aslında 10.80 metre olmasına rağmen, zeminin zamanla toprakla dolmasından, hâlihazır durumu 8.20 metredir. Duvar kalınlığı 5.20 metredir ki burada da 5 tuğla ve 5 küçük taş dizisinden meydana gelen bir inşa tekniği tatbik edilmiştir.
-2013 uydu görüntüsünde Aspar
İsimleri “Aetius su sarnıcı”, “Aspar su sarnıcı” ve “Mokios su sarnıcı” olarak geçen tesislerde yapılan bir keşif sonunda Yeditepe Üniversitesi Öğretim Elemanı Ali Kartal bu keşfin sonuçlarına göre, bugüne kadar sarnıç sanılan bu tesisler aslında Geç Roma dönemine ait birer askeri kışlaydı iddiasını ortaya sürmüştür. Ali Kartal’ın tezinin maddeleri şöyle sıralanmaktaydı;
– Adı geçen tesisleri dört bir yandan çepeçevre kuşatan duvarların yüksekliği yer yer 10 m.’yi aşmaktadır ve duvarlar dikdörtgen şeklinde bir kutu gibi inşa edilmiştir. Genişliği ortalama 4-5 m.’yi bulan duvarların iç ve dış cephesi kaba yontulmuş taşlarla örülerek, içi moloz taşlarla doldurulup sıkıştırılmıştır. Bu şekildeki duvar örgü tekniği açık su depolarının duvarları için uygun ve yeterli değildir.
– Sarnıç yapımlarında suyun dışarıya sızmaması için duvarların iç yüzeyleri ve sarnıçın tabanı su geçirmez bir sıva (Stucco) ile kaplanması gereklidir. Oysa bu üç tesisi çevreleyen duvarların iç yüzeyinde hiçbir şekilde, bir metrekare dahi olsa, sıva izine rastlanılmamaktadır.
– O dönemde inşa edilen açık su toplama havuzlarının (Piscinae) tabanı suyu tutacak şekilde büyükçe taş plakalarla kaplanmaktaydı ve su sızdırmazlığı (Opus Signinum) için taş plakaların arası özel bir derz dolgusuyla yalıtılıyordu. Ancak, günümüzde bu arazilerin üzerinde derinliğe kök salmış ağaçlar var, yani tesislerin tabanı sadece toprak dolgudan ibarettir ve taş plakalarla kaplanmamış olduğu tespit edilmiştir. Bu da bu tesislerin bir su deposu olamayacağının kanıtıdır.
– Bu tesislere kanallarla su getirildiği ve doldurulduğu tezi fizik kanununun eşit kaplar sistemine aykırıdır. Tesislerin taban kotu yükseltisi deniz seviyesinin 70-75 m üzerindedir, oysa şehre su getiren kanalların deniz seviyesinden yüksekliği 40 m. civarındadır. Bu durumda, kanalların içinden akan suyun, salt kendi özgül ağırlığının sağladığı basınçla (piezometrik basınç) duvarların yüksekliğine erişerek, bu tesisleri doldurabilmesi olanaksızdır. Şehre su getiren kanallarla tesislerin arasında hiçbir bağlantı saptanılmamıştır. Bunun yanı sıra, alan ölçüleri ve duvar yükseklik ölçüsünden yola çıkıp bir hacim hesabı yapacak olursak, ortaya çıkan yüz binlerce metreküplük suyun basıncına dayanabilmesi için, tesisleri çevreleyen istinat duvarlarının dikine kutu şeklinde değil, bilakis, üçgen biçiminde
-Mamboury-haritasında Aspar
– İkisi dikdörtgen ve diğeri kare biçiminde olan tesislerden her biri takriben 2,2 ha.’lık bir alanı kaplamaktadır. Yani her birinin içine iki adet futbol sahası sığabilecek büyüklükte olup, zemini dümdüz planya edilmiştir. Geç Roma dönemi askeri kışlaları buna benzer ölçeklerde kurulmuştu ve tıpkı bir iskambil kâğıdı formatında olup duvar köşeleri yuvarlatılmaktaydı. Bu tipik özelliği her üç tesiste görmek mümkün.
-Tesislerde kuyular keşfedilmiştir. Bir su deposunda kuyunun hiçbir işlevi yoktur. Bu olsa olsa burada barınan askerlerin su ihtiyacını karşılamak üzere açılmış kuyulardır. Ayrıca, bir su sarnıcında, suyun kente dağıtımı ve sel baskınlarına karşı alınması gereken önlemlerin arasında tahliye kanalları ve kapakları gelmektedir. Bu önemli teknik donatıların hiçbiri bu tesislerde yoktur.
-Kauffer Haritasında Aspar
– Bu tesislere Geç Roma döneminin ünlü askeri komutanlarına atfen Aetius, Aspar ve Bonus isimlerin verilmesi de ayrıca dikkate değer bir ölçüdür. Aetius, Hunların lideri Attila’ya karşı savaşmış Romalı bir komutandı. Aspar ise Germen kökenli bir ordu komutanıydı ve M.S. 471 yılında katledilmişti. Bonus adını, Roma döneminde askeri yetkilere sahip olan ‘Asia’ eyaletinin valisi olarak görmekteyiz. Demek ki, bu tesislerin askeri amaçla kuruldukları anlaşılmaktadır.
– Tesislerin herbiri şehrin en yüksek tepelerine kurulmuştur. Son derece stratejik bir pozisyona sahiptir. Bu noktalardan şehrin giriş çıkışları, Marmara denizinin açıkları, Boğaziçi’nin deniz trafiği ve Haliç’in kıyıları rahatlıkla kontrol edilebiliyordu.
– Bütün bunların haricinde Çarşamba çukurbostanı olarak anılan tesiste çok önemli bir yapının kalıntılarına rastladım. Tesisin kuzey-doğu köşesinde bulunan harabede yaptığım incelemelerde bunun Geç Roma dönemine ait bir hamamın (Tepidarium) olabileceği kanısı çok ağır basmaktadır. Bu keşif ayrıntılarıyla ele alınarak incelendiği takdirde, burada bir askeri kışlanın varolduğu gerçeği daha da iyi anlaşılacaktır.
-Bu kapsamda ortaya çıkan bulgular doğrultusunda bir ekip tarafından ayrıntılı arkeometrik çalışmalar yapılmalı, bu tesislerin rölevesi çıkartılmalı ve bir rekonstrüktif oluşturularak tesislerin tekrardan kategorik değerlendirmesi yapılmalıdır.
-1980 tarihinde Aspar
Klasik Arkeolojinin önde gelen duayenlerinden Prof. Dr. Guntram Koch’a göre bu çukur bostanlar bir Roma askeri kampı olamaz çünkü:
1- Romalılar uzun süreli kuşatmalar için askeri kamplar inşa etmezlerdi.
2- Romalılar sadece Roma İmparatorluğu’nun sınır bölgelerinde askeri kamplar inşa ederlerdi.
3- Bir Roma askeri kampının duvarları genellikle kalın olmazdı, 5 metre ve üstü kalınlıkta olamazdı demek ki.
Demek ki burası bir askeri kamp da olamazdı.
Ben bir arkeolog olarak bu çukur bostanların Roma’daki Domus Augustana ve Domus Flavia’nın doğu tarafında kalan Stadium-Hippodrom ile aynı işlevi gördüğüne inanıyorum. Pek az birkaç Eski Roma kaynağına göre Eski Roma’da hippodrom için, planı bir Eski Yunan hippodromu şeklinde olan bir bahçe tesisi anlaşılıyordu. Bizanslılar da Çarşamba Çukurbostanı’na “Kare Bahçe” ismini vermişlerdir.
Bu iki tez çerçevesinde değerlendirmeler yapmak mümkün. Günümüzde 2013 uydu görüntülerinden görüleceği üzere, Aspar Sarnıcı Fatih Belediyesi tarafından spor ve park alanı olarak düzenlenerek kullanılmaktadır.
1-r. janin, constantinople byzantine, paris 1950, s. 197- 198.
2- p. gylles, de topographia constantinopoleos et de illiuns antiquitatibus, lyon 1561
3-http://eistinpolin330.blogspot.com.tr/search?q=aspar
4-dergi.mo.org.tr
Fatih İlçesine bağlı Fener semtinde bulunan, Bizans’tan miras kalıp hala kilise işlevini sürdürebilen tek ibadethane olan Panagia Muhliotissa diğer adıyla Kanlı Kilise batısında Firketeci Sokağı, doğuda ve kuzeyinde Teykii Cafer Mektebi sokağı ile çevrilidir.
1936-Mart-Nicholas V. Artamonoff
Kilise yüksel duvarlı, küçük bir avlunun kuzey doğusunda yer alır. Avlu duvarı, yapıya kuzeyde batı, güneyde doğu köşelerde bitişir. Avlunun güney batısında Hagia Anna Ayazması bulunur.
Kilisenin eski bir manastırın yerinde bulunduğu ve tarihinin 10. yy’a kadar uzandığı düşünülmektedir. 12. yy’a kadar Maria Akropolitissa’ya ait olan kilisenin bulunduğu manastırın mülkiyeti, bu dönemde VIII. Mihael’in (1259-1282) kızı Maria Paleologina’ya geçmiştir.
Bu kiliseye Kanlı Kilise adı verikmesinin nedeni ise 1453 tarihinde Haliç’in bu bölgesinde savunma hattı bulunan Bizans askerlerinin bu kiliseye sığınıp burada savaşarak hayatlarını kaybetmeleridir.
Yapının Moğol Kilisesi olarak adlandırılmasına ilişkin öykü ise Maria Paleologina’nın Moğol hanı Hülagü ile evlenmek için ülkesinden ayrılması ile başlar. Hülagü’nün 1264’te ölümü üzerine oğlu Abaka Han ile evlenmeye hazırlanırken onun da 1282’de öldürülmesi nedeniyke İstanbul’a dönen Maria mülk edindiği manastırın yerine kiliseyi yaptırır. Kilisenin idaresi ise sonraları ailesine intikal etmiştir. Fakat manastırın, Maria’nın evlatlığının kocası İsaakhios Asan ve sonra da bunun kızı Eirene Philanthropina tarafından istismar edilmesi yüzünden 1351’de bir inceleme yapıldığında, Eirene Philanthropina’nın burası üzerinde hak iddia etmesini sağlayan belgenin sahte olduğu ortaya çıkmıştır.
Müller-Wiener 1261’de inşa edilen kilisenin, 1266’da büyütülerek, merkezde kubbe ve dört yarım kubbe ile örtülü plan tipinin uygunlandığını, 1281’de de onarıldığını belirtir. R.Janin’e göre kilise, yeniden inşası sırasında, Modestos tarafından resimlerle bezenmiştir. Türklerin gelişinden sonra Ortodoksların elinde kalan bu yapı aradan geçen zamanda çok şey değiştiğinden esas şeklini bulmak zorlaşmıştır. Ancak binanın bir tetrakonkhos olarak yapıldığı anlaşılmaktadır.
1351’de Patrikhane’nin denetimine geçen ve diğer bina birimleri ile birlikte Moni Teotoku tis Panagiotissis denen kilise II. Mehmet (Fatih) tarafından mimar Hristodulos’un ailesine hediye edilmiştir. Hristodulos Fatih Camii’nin mimarlığı yaptığı için bu şerefe nail olmuştur. I. Selim ve III. Ahmet dönemlerinde kilisenin Rumların kullanımından alınması için başlatılan girişimler bu ferman nedeniyle sonuçsuz kalmıştır.
17. yy.’da kiliseyi camiye çevirme girişimi ise Kantemiroğlu ve Vezir Çorlu’lu Ail Paşa tarafından engellenmiştir. 1633,1640 ve 1729’daki yangınlarda harap olan ve yapılan onarımlar sonucu mimarisi farklılaşan kilise, kitabesine göre 1731’de restore edilmiş günümüze dek ibadet mekanı olarak kalmış tek Bizans yapısıdır.
Kilisenin içinde göze çarpan diğer önemli bir detay II. Mehmet’in (Fatih) kilisenin camiye dönüştürülmesini engelleyen ve kilisenin mimar Hristodulos’un annesine hediye edildiğini belirten fermanın kopyalarıdır. Bunlar kilisenin girişi olan narteksin kuzeyindeki küçük kubbenin altındaki duvarda, ikisi orijinal fermanın fotokopisi, diğer ikisi eski Yunanca fotokopisi olmak üzere cam çerçeveler içinde asılı durmaktadır. Fermanların orijinalleri ise Patrikhane yetkililerince bölge despotluğunun özel kasasında saklanmaktadır.
Kilise avlusunun güney batısında Hagia Anna Ayazmasıyla kilise personelinin barındığı bina birimleri vardır.
1-Mimar Sinan Ünv. Sosyal Bilimler Ens. Sanat Tarihi Anabilim Dalı Batı Sanatı ve Çağdaş Sanat Programı Yüksek Lisans Tezi-Panagia Muhliotissa Kilisesi-Nejdet Habip-2001
a-İstanbul Ansiklopedisi 135-19
b-S.D. Byzantios, Konstantinipolis 577-578
c-Müller-Wiener Bildlexikon 204-205
d-N.Brurnov 1927-1928, Die Panagiakirche auf der Insel Chalki in der Umgebung von Konstantinopel, 509